Çaresi belli

Bir insanın dairesi/evi, kendi dairesidir. İsterse kendisi oturur. İsterse kendinin ve ailesinin ikinci, üçüncü, beşınci evi yapar. İsterse kiraya verir, isterse vermez ve boş tutar. İsterse ederine kiraya verir, isterse kiracıya iyilik yapmak ister de çok ucuza verir. Bunlara hiç kimse karışamaz. Mülk onundur, tasarruf onundur, hürriyet onundur. Bu hususta ona sözlü baskı bile kurulamaz. Basın ve medya dahi, bu insanları baskı altına alan sözde haberler vermeye başlarlarsa, bu dahi “hürriyetlerin basın ve medya yoluyla ve organize bir faaliyetle baskı altına alınması” kapsamında yargılama ve ceza gerektirir.

Evlerini boş tutan ev sahiplerine sadece nasihat edilebilir. “Bak, TR’de kiralık ev sorunu yaşanıyor, insanlar çok büyük sorunlar yaşıyorlar ama kiralık ev bulamıyorlar. Böyle anlarda senin şu evin boş duruyor. Milletçe birlik olmalıyız, sorunlarımızı karşılıklı anlayışla, hoş görüyle ve yardımlaşmayla çözmeliyiz. Gel sen bu daireni kiraya ver. Boş durmasın, olmaz mı?” denir. O da “Anladım. Çok güzel konuşuyorsun ama en temelden yanlış bir bakış açısına girmişsin. Buna galiba idarecilerin, ayrıca basın ve medyanın yönlendirmeleri sebep olmuş. Bizler, sizin istediğiniz şartlarda ve yönde birlik olursak, vah bu ülkenin haline…

Bu ülkede kiralık ev bulma sorunu varsa, ayrıca çok yüksek kira sorunu varsa, yapılması gereken ilk ve zaruri şey bellidir. Sayıları on beş milyonu geçen ve yirmi milyona yaklaşmaya başlamış olan sözde sığınmacıların derhal sınır dışı etmek…

Bu art niyetli hatta haince süreç son bulmadıkça, sözde sığınmacılar tamamen gönderilmedikçe ve hatta devamı da ülkemize gün gün geldikçe, siz bu türlü mücadelerle sadece mesainizi boşa harcamış olursunuz. Bu da ayrıca kamuya bir yük oluşturur. Milletin vergilerinden ödenen maaşlarınız da millete hizmet/fayda olarak dönmemiş olur. Devletin işlerliği yavaşlar, hantallaşır, masrafları artar ve halkın sorunları da birikir.

Nasıl oluyor, ben bir türlü anlamıyorum. Nasıl oluyor da sorunların hepsinde çözümler gözler önünde iken görmezden geliyor ve tepeden ne tarafa yönlendirme gelirse hepsine boyun eğiyorsunuz? Nasıl oluyor da her seferinde bataklığı kurutmak yerine sineklerle meşgul oluyorsunuz? Bir yandan yetkili kişiler ve devlet memurları olabilirsiniz ama siz da vatandaşsınız. Burası sizin de devletiniz, vatanınız. Sizin de devletinize, vatanınıza, milletinize hatta gelecek nesillerimize karşı mesuliyetleriniz var. En tepeden üç beş kişi kasıtlı ya da kasıtsız olarak yanlış, sonuç vermeyecek, sorunları çözmeyecek hatta daha da büyütecek kararlar alıyorsa, bunlara hiçbir direniş göstermeden itaat etmek zorunda değilsiniz.

Altı yüz elli yedi sayılı memurluk yasası da bir yana… Bu bahsettiğim siyaset yapmak değil. Emirlere itaatsizlik değil. Kanun tanımazlık değil. Tam aksine olarak, kanun tanımayan, art niyetleri açıkça meydanda olan, milletin tamamını kasten sorunlardan sorunlara düşüren idarecilere karşı bir direniş. Kanunların ve idarenin derhal olması gereken ayara gelmesi için vatanseverce bir duruş.

Ben size gidip bütün amirlerinizle tartışın demiyorum ama rahatsızlığınızı gösterin. Sen direneceksin, ben direneceğim, herkes direnecek ve bu sorunlar anca böyle çözülecek. Yoksa tepedekilerin, o idarecilerin umurlarında bile değiliz. Devlet de vatan da umurlarında değil. Ne kadar vahim bir krizle karşı karşıya olduğumuzu iyice anladın mı? Elimizden vatan bile gidiyor, siz benimle, benim gibi olan vatandaşlarla vakit kaybediyorsunuz.

Bakın İsrail’e… Orada da benzeri idareciler var, hukuk tanımak istemiyorlar. Her şeyi keyiflerince yapmak istiyorlar. İsrail halkı, Türkiye’ye benzememek, her gün türlü türlü vahim sorunlar altında inlememek için organize halde direniyor. Yetkililer, atanmışlar ve seçilmişler, akademisyenler, fikir adamları, iş adamları hatta ordu mensupları bile halkın yanında duruyor. Koca Türkiye, İsrail kadar olamayacak mı?”

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Exit mobile version