Deyin ki: “Biz; Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve onların soyundan gelenlere indirilene; Musa’ya, İsa’ya ve diğer nebilere Rabb’lerinden verilenlere, iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Ve biz O’na teslim olanlardanız.”
Bakara suresi, 136. ayet
Yoksa siz: “İbrahim de İsmail de İshak da Yakup da torunları da hep yahudi veya hıristiyan idiler.” mi diyorsunuz? De ki: “sizler mi daha iyi bileceksiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın şahitlik ettiği bir gerçeği bilerek gizleyenlerden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
Bakara suresi, 140. ayet
Onlar, gelip geçen ümmetlerdi (İslam dinine mensup ümmetlerdi ve başka dinlere mensup değillerdi. Onların hepsi müslümandı. Ve siz de müslüman bir ümmetsiniz). Onların kazandıkları onlara; sizin kazandıklarınız sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.
Bakara suresi, 141. ayet
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman, onlar: “Hayır! Biz, atalarımızdan gördüğümüz şeylere uyarız.” derler. Ya ataları akıllarını kullanmayan ve doğru yolu bulamamış kimselerse?
Bakara suresi, 170. ayet
Dikkatle okuyun:
📎 Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki ka‘b (كعب) kökünden gelen ka‘be “küp şeklinde nesne” demektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de adı iki defa geçen Kâbe’ye (el-Mâide 5/95, 97) bir kısmı yine Kur’an’da yer alan şu isimler verilmiştir:
Beyt (el-Bakara 2/125, 127, 158; Âl-i İmrân 3/96, 97; el-Enfâl 8/35; el-Hac 22/26; Kureyş 106/3),
Beytullah, el-Beytü’l-atîk (el-Hac 22/29, 33),
el-Beytü’l-harâm (el-Mâide 5/2, 97),
el-Beytü’l-muharrem (İbrâhîm 14/37),
el-Mescidü’l-harâm (el-Bakara 2/144, 149, 150; el-Mâide 5/2; et-Tevbe 9/7, 19, 28),
el-Beytü’l-ma‘mûr (et-Tûr 52/4),
el-Meş‘arü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kādis, Kıble, Hamsâ, Müzheb
Halk arasında daha çok Kâ‘be-i Muazzama tabiri kullanılmaktadır.
Dikkat ediyor musunuz, konuya giriyoruz yavaş yavaş…
“Temeli yükseltmek” ne demek?
Bakara suresi, 127. ayeti:
“Hani bir zamanlar İbrahim, İsmail ile birlikte Beyt’in temellerini yükseltirken: “Ey Rabb’imiz! Bunu bizden kabul et; kuşkusuz Sen, Her Şeyi İşiten ve Her Şeyi Bilen’sin.”
وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Ve iz yerfeu ibrahimul kavaide minel beyti ve ismail rabbena tekabbel minna inneke entes semiul alim.
📎 Sözlükte “oturmak” mânasındaki kuûd masdarından türeyen kāide (çoğulu kavâid) “binanın üzerine dayandığı temel, bir şeyin aslı, esası” anlamına gelir ve bu anlamıyla Kur’an’da iki yerde geçer (el-Bakara 2/127; en-Nahl 16/26).
Bir yapı var, kaideler yani taşıyıcı sistemler üzerine oturmuş ve o yapının oturduğu yükseklik artırılıyor. Böylece yapı, daha düşük yükseklikte iken daha yukarıya, göz önüne çıkartılıyor.
Bu işi, hizmeti, hz İbrahim ile hz İsmail beraberce yapıyorlar. Dikkat edin, o yapıyı yapmıyorlar, temelini, taşıyıcı sistemlerini yeniden ayarlıyorlar. Yükseğe çıkartıyorlar, meydana çıkartıyorlar.
Hatırlayacak mısınız şu aşağıdaki gibi yayınlarımı…
Duydunuz mu, üstlerindeki tavan çökmüş…
Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali
Evet, onlardan evvelkiler hileler kurmuşladı, Allah da kurdukları bünyana kaidelerinden geldi de sekıf, tepelerinden üzerlerine çöktü ve azab kendilerine duyamıyacakları cihetten geldi
Elmalılı (sadeleştirilmiş)
Onlardan öncekiler, tuzaklar kurmuşlardı. Allah da kurdukları binalarına temellerinden geldi (çökertti) de tavan tepelerinden üzerlerine çöktü ve azap onlara farkedemedikleri bir yönden geldi.
Daha önceki yayınlarda, farklı zamanlarda tekrar ederek anlatmıştım. Daha önceki peygamberler zamanında da yer altı şehirlerinin halkları ile mücadeleler yaşandı. Onların şehirlerinin çatıları hiç anlayamadıkları şekilde bir anda başlarına çökertildi.
Hatta hala çatısı çökük halde şehirler bulunduğunu da konu etmiştim. Geçmişte ilgili yayınlar var. Bir taraftan metafizik çatışmalar devam ediyorken, bir yandan da bu konularda birkaç satır yazıyorum. Detaylı ve hazırlıklı bir yayın yapıyor değilim. Geçmiş yayınları isterseniz gözden geçirebilirsiniz.
Yine geçmiş yayınlarda anlatmıştım ki yer altı şehirlerindeki çok yüksek teknoloji seviyesi sayesinde, manyetik alan teknolojisi kullanılarak, çok büyük ağırlıklar taşınabiliyor ya da havada sabit tutulabiliyor. Bu teknikle, devasa bir çatının altına çok yüksek sayıda ve kocaman kolonlar koymak yerine, manyetik alan tekniğine dayalı taşıyıcı kaideler, sistemler kullanılıyor.
Çok uzun ve geniş ve çok sayıda kolonlar yerine, belli aralıklarla manyetik taşıyıcılar konuyor ve böylece çatı taşınıyor. Bu, hem göze daha hoş geliyor. Hem daha hızlı yapılabiliyor. Hem daha ağır yükleri taşıyabiliyor. Hem de yapı malzemeleri kullanılmadığı için sık sık tadilat yapmaktan da kurtulmuş olunuyor.
En doğrusunu Allah biliyor ama Bakara suresi 127. ayetinde gerçek Mescid-i Haram’dan bahsedilirken, onun temelinin sabit olmadığı, yüksekliğinin ayarlanabildiği anlaşılıyor. Çok yüksek teknoloji ile yapılmış bir mescid/kıble olduğu anlaşılıyor. Tıpkı İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksa gibi…
Bünyan sadece yapı, bina demek değil. Bünyan, aynı zamanda boy ve pos demek. Genişliği ve yüksekliği olan şey demek. Yani kocaman bir yer altı şehri de bir manasıyla bünyan demek. Çünkü hem enine geniş hem de boyuna yüksek bir yer…
Detaylara girmiyorum, konuyu çalışacak olanlar, Kayseri’nin “Bünyan” ilçesine neden o isim verilmiş diye de sorgulasınlar. Çok sarsıcı bilgilere ulaşmaları mümkün.
Kabe hz İbrahim’den önce yoktu. Gerçek Mescid-i Haram hz İbrahim’den önce vardı. Şu günümüzdeki küp şeklindeki kabe, gerçek Mescid-i Haram değil.
Gerçek Mescid-i Haram, hz İbrahim’den önce yıkılmamıştı, yok olmamıştı, korunmuştu. Çok yüksek teknolojiye sahip olan ve dünyanın tamamına hükmeden kafir idarecinin yani Nemrud’un devrinde, gerçek Mescid-i Haram’a zarar gelmesin diye, daha da yüksek teknoloji ile korunmuştu. Hz İbrahim ise kafirlerin iktidarını yıktıktan, Nemrud’u da öldürdükten sonra gerçek kıblemizi yani gerçek Mescid-i Haramı yeniden meydana çıkarttı.
Allah’ın beytini/evini yani gerçek Mescid-i Haram’ı İbrahim peygamberin inşa ettiği bilgisi de doğru değil. O sadece yerini tespit ederek ve temelini yükselterek gerçek Mescid-i Haram’ı meydana çıkarttı.
Bir vakit İbrâhim’e Kâbe’nin yerini hazırlayıp göstermiş ve şöyle buyurmuştuk: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Evimi, onu tavaf edecekler, huzurumda ibâdete duracaklar, rukûya varıp secde edecekler için her türlü kirden temiz tut!”
Hac suresi, 26. ayet
Nuh tufanından sonra, hz Nuh dünyaya gemisiyle geri döndü. Bu gezegende yeniden insanoğlunun hayatı başladı. Geçmişte tekrarla anlatmıştım ki hz Nuh, tufan sırasında başka gezegenlere de gitti. Gemisi de uzay gemisi gibiydi. Nuh peygamber zamanında da çok yüksek bilim ve teknoloji vardı. O kadar hayvan türünü, yüksek bilim ve teknoloji sayesinde gemiye alabildi. Nuh peygamber kavmine “Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı nasıl yaratmış” diyordu. Bunu dediği ayet-i kerime ile sabit. Teknolojisi olmayan, uzayı ve sema katlarını görüntüleyemeyen bir kavme böyle bir söz söylenir mi?
Nuh peygamber gezegenimize geri döndüğünde de hala elinde bilim ve teknoloji vardı ve kaldıkları bilim ve teknoloji seviyesinden hatta belki de daha ileri seviyeden başladılar hayatlarına yeniden dünyada devam etmeye…
Yanlarında başka dünyaların insanlarından olan kişiler de vardı.
Onlara Kur’an-ı Kerim’de “ümmetler” deniliyor. Onlar da yardımcı oldular ve dünyada hızlıca yeniden imar başladı. Zaten müslümanlara karşı çıkabilecek, mani olabilecek hiçkimse kalmamıştı.
O halde gezegeni maddeten/fiziken imar ederken bir yandan da manen imar edecekleri için, gerçek kıbleyi ne yaptılar? Bulmadılar mı, meydana çıkartmadılar mı ya da yıkılıp tahrip olduysa tamir etmediler mi ya da yeniden inşa etmediler mi?
Bunlardan birini hemen yapmamalarına ihtimal var mı? Çünkü geldikleri gün bile vakit namazlarını kılmalılar ve kıbleye dönmeliler. Olmayan kıbleye dönülür mü? O halde mecburen daha ilk günlerde bile kıble bulunmuş, meydana çıkartılmış olmalı ya da hemen inşa edilmiş olmalı.
İbrahim peygamber, Nuh peygamberden çok sonra geldiğine göre… Dünyada çoktan beri müslümanların kıblesi olduğunu anlamak mümkün.
Lakin, Nuh tufanı gibi büyük bir afet yaşanmıyor olsa da Nemrud gibi büyük bir bela, dünyanın tek hükümdarıydı. Dünya tek devletti ve tek hükümdar oydu. Azılı bir islam düşmanıydı ve elinde çok yüksek teknoloji vardı. Hz Allah, beytini yani Mescid-i Haramı koruyordu. Nemrud’un işi bitince, o öldürülünce de gerçek Mescid-i Haram’ın yerini hz Allah peygamberi İbrahim aleyhisselama gösterdi ve hz İbrahim’i vesile ederek mescid-i haram yerine konduruldu.
Hz İbrahim ve oğlu hz İsmail, sadece nerede olduğunu bulma, yerine kondurma, yüksekliğini ayarlama, meydana çıkartma kısmına vesile oldular. Mescid-i Haram’ı onlar inşa etmediler.
Hadis-i şeriflerde, Deccal’ın yağmurlar yağdıracağı, kıtlığa sebep olacağı ve daha pek çok şey haber verilmiş. Bu gün o hadislere baktığımızda anlayabiliyoruz ki Deccal, yüksek bilim ve teknoloji sayesinde tabiatın dengelerine müdahale edecek. Elektromanyetik alanlar kullanarak dünyanın tabii manyetik alanlarını yönlendirecek, başka tekniklerle dünyanın gaz dengesine müdahale edecek ve bunun sonucu olarak suni yağışlara, sellere, afetlere, sıcaklara ve kuraklıklara sebep olacak İstediği yerde kuraklığa, istediği yerde berekete vesile olacak. Deccal’ın elinde de Nemrud’da olduğu gibi yüksek bilim ve teknoloji olacağı anlaşılıyor.
Yine hadis-i şeriflerden açıkça anlaşılıyor ki Deccal Mescid-i Aksa’ya ve Mescid-i Haram’a giremeyecek. Buna gücü yetmeyecek.
Lakin görüntüye bakarsak çoktan girmemiş mi? Eğer görünürde olanları gerçek Mescid-i Aksa ve gerçek Mescid-i Haram kabul edersek, çoktan Deccal oralara da girmiş, hakim olmuş, her türlü oyununu oynamış ve oynuyor. Kabe’nin hemen etrafı bile satanist sembolleriyle dolu ama şu andaki kabenin kendisi de zaten İslami bir mana ifade etmiyor.
Deccal, gerçek Mescid-i Aksa ile gerçek Mescid-i Haram’ın yerini bulsa bile o alanlara giremiyor. Yüksek bilim ve teknoloji seviyesi de yetmiyor ve giremiyor. Daha önce tekrarla anlatmıştım ki Deccal, Karun’un hazinelerinin bulunduğu ve yere batırılmış olan o saraya da gidemiyor. Yerin altında hala o saray ve o hazineler ama ona elini süremiyor. Bilim ve teknoloji seviyesi bu gibi yerlere ulaşmasına, girmesine, ele geçirmesine yetmiyor. Çünkü bu gibi yerler çok daha yüksek teknoloji seviyesiyle korunuyor. Etraflarındaki koruma kalkanlarını Nemrud da kıramadı, Deccal da kıramıyor. O Karun’un hazinelerini bile hz Mehdi meydana çıkartacak. Hz Mehdi’deki teknoloji ve manevi tasarruf bunu yapmasına yetecek.
Hep anlattım ki hz Mehdi’nin hayatı, büyük peygamberlerin hayatları gibi olacak. Yani büyük peygamberlerin büyük imtihanları ve yaşadıkları çok sarsıcı hadiseler aynen ya da çok benzeyen şekillerde hz Mehdi’nin hayatında da olacak. O da böyle şeyler yaşayacak. Yine anlatmıştım ki Ye’cüc ve Me’cüc denilen iki uzaylı ümmet yani uzaylı insan türü, dünyamıza kalabalık halde gelerek dünyadaki herkesi katledecekler. Sadece Hz İsa, hz Mehdi ve ayrıca onlara samimiyetle tabi olmuş bir avuç gerçek mü’min sağ kalacak.
Onlar da Tur-i Sina denilen o olağanüstü teknolojili araca girerek hayatta kalabilecekler. Çünkü, saldırganların teknolojileri o araca zarar vermeye yetmeyecek. Burada da koruma kalkanı ve daha başka koruma teknolojileri söz konusu ama bu hadise yaşanınca, hz Mehdi devrinde bir çeşit Nuh tufanı yaşanmış gibi olacak. Çünkü Nuh tufanında olduğu gibi o vakit de dünya insanlığının neredeyse tamamı kısacık sürede yok olacak. Dünya insanlığı bir avuç insan vesilesiyle yeniden dünyada yayılacak, nüfusunu artıracak. Ya hz İsa ya hz Mehdi insanlığın üçüncü babası olacak. Birinci baba hz Adem, ikinci baba hz Nuh, üçüncü baba ise hz İsa ve/veya hz Mehdi olacak.
İşte bunun gibi hadiseler hz Mehdi’nin hayatında hep olacak. Hz İbrahim, uzun bir aradan sonra, Nemrud devri bitince, gerçek beyti yani gerçek Mescid-i Haram’ı nasıl meydana çıkarttıysa, hz Mehdi de öyle yapacak. Ya da hz İsa yapacak ya da ikisi beraber bunu yapacaklar.
Nasıl? Yeniden inşa ederek mi? Hayır… Yeniden Mescid-i Haram’ın temelini yükselterek.
Yeniden inşa etmeyecek, çünkü Mescid-i Haram da tıpkı Mescid-i Aksa gibi şu anda mevcut. Var bunlar, yok olmadılar. Bunlar yok edilemiyorlar. Belki de Mescid-i Haram Adem babamız zamanında hatta daha önceki Adem babalar zamanında bile vardı.
Bunlar varlar, mevcutlar, çünkü peygamberimiz gerçek Kudüs olan İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksaya dönerek namaz kıldı. Sahte Mescid-i Aksa da aynı yönde kaldığı için ona dönerek namaz kıldığı zan ediliyor ve sözde Süleyman tapınağını yani Yahudilerin kıblesini kıble yaptığı zan edilerek kendisiyle alay ediliyordu. “Muhammed’in bir kıblesi bile yok” deniliyordu.
Eğer o dönem boyunca döndüğü o yönde yani İstanbulda gerçek Mescid-i Aksa bulunuyor olmasaydı, oraya dönmezdi. Olmayan bir şeye dönülmez. Olmayan bir şey kıble de olamaz.
Sonra… Kıblenin değiştirilmesini arzu etti, Allah’tan istedi ama uzun zaman sonra beklediği izin/ayet geldi. Yüzünü bu defa ilahi emir/ayet gereği gerçek Mescid-i Haram’a döndü. Lakin insanlar bu defa da Kabe’ye döndüğünü zan ettiler. Oysa gerçek Mescid-i Haram o hizada/yöndeydi. Yani sahte Mescid-i Haram ile aynı yöndeydi.
Eğer gerçek Mescid-i Haram o yönde olmasaydı, peygamberimiz “Mescid-i Harama dön” emrine uyarken, yüzünü o yöne dönmezdi. Olmayan bir şeye dönülmezdi ve olmayan bir şey kıble olamazdı.
Bunlardan anlayabiliyoruz ki o vakit gerçek Mescid-i Aksa da gerçek Mescid-i Haram da mevcuttu ve onlara dönüldü. Şimdi de mevcutlar ve yukarıda anlattığım gibi, vakitleri gelince ikisi de gün yüzüne çıkartılacaklar. Muazzam teknolojili ve sanatsal değeri çok yüksek, etkileyici yapılar oldukları görülecek.
Yani hala “Süleyman mabedi” hedefi peşinde koşan Yahudiler, kandırılıyorlar ya da kendilerini kandırıyorlar. Gerçek Süleyman mabedini yani gerçek Mescid-i Aksa’yı onların beklediği ve hiç gelmeyecek olan bir mesih değil, hz Mehdi meydana çıkartacak. Ya da hz İsa meydana çıkartacak. O da sahte Kudüs’te değil, gerçek Kudüs olan ve şu andaki adı İstanbul olan yerde çıkartacak. Kuvvetli ihtimal şu ki hz Mehdi gerçek Mescid-i Aksa’yı İstanbul’u fethettikten kısa süre sonra meydana çıkartacak, fethin gerçek sembolü de satanist mabedi Ayasofya değil, o gerçek Mescid-i Aksa olacak. Hz İsa da gerçek Mescid-i Aksa’ya inecek. İblis’in hileleri, kandırmaları da son bulacak.
Filistin’deki sahte Kudüs’teki Mescid-i Aksa denilen o iki mescid de gerçek olmadığı gibi o arazi de gerçek Mescid-i Aksa’nın arazisi değil. Yahudilerin zan ettiği gibi Süleyman mabedi de o arazide değildi ve yeniden oraya da inşa edilmeyecek.
İblis türlü türlü oyunlar kurdu, aldattı, aldatıyor. Onun işi bu, Ademoğullarına düşmanlık…
Sadece iki ayet-i kerimede “ka’be” denildi. Yani dört köşeli bir yapı olduğuna işaret edildi ama diğer bütün ayetlerde ya beyt denildi ya da başka isimlerle o yapıdan yani kıblemizden bahsedildi.
“Ka’be” denilen o iki ayet ile de şu günümüzdeki küp şeklindeki sahte beyt değil, şu anda dünyadaki insanların bilemediği, göremediği gerçek beyt, gerçek Mescid-i Haram kastedildi. Çünkü gerçek beyt de dört köşesi bulunan bir yapı.
🖕🖕🖕
Yani o Ayasofya, gerçek Mescid-i Aksa’nın yerine İblis’in sembolleştirdiği bir oyuncaktan, tuzaktan, aldatıcılıktan, oyalamadan başka bir şey değil.
Şu anda Filistin’de bulunan o sahte Mescid-i Aksa da Ayasofya’dan farklı bir şey değil. Aynı şekilde bir oyalama vesilesi, bir oyuncak, bir tuzak…
Ağır konular bunlar…
Yine sakin sakin devam edeceğim. Hızlı gitmeyeceğim. Zamanı geldikçe başka başka şekillerde de anlatacağım, başka sarsıcı gerçeklere de bağlayacağım ve başka dini ve tarihi delilleri de gözler önüne sereceğim. Biraz daha tartışılsın, sindirilsin önce…
Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya