(Bu yayın, çok sayıda başka kişinin araştırmalarından ve çok sayıda başka kaynaktan derlemeler de yapılarak Mehmet Fahri Sertkaya tarafından Telegram’da yapılmış paylaşımların bir araya getirilmiş halidir.)
Mehmet Fahri Sertkaya: Galiba mesele anlaşılamamış. Bir hadisin Ebu Davud’da hatta Sahihi i Buhari’de geçmesi, sahih olduğu manasına gelmiyor. Son süreçte iyice anladık ve kabullendik ki, Sahih i Buhari de bile yüksek sayıda uydurma hadis var, ayrıca gerçek bir üstazımız var, gerçek bir mürşidi kamil var. Hz Mehdi de o hususi ile Taberi de geçen hadislerin tamamının ve anlatılan tarihe dair bilgilerin tamamının iyice tetkik edilmesi gerekiyor.
İmam ı Azam’a göre kedinin artığı tahrimen mekruh, neden?
Bu kadar net hadisler varsa, İmam ı Azam neden bu fetvayı vermiş olsun?
Asrı Saadet’e dair anlatılan çoğu şey de yanlış ya da abartılı.
Hiçbir zaman peygamberimizin etrafında samimi müslüman olarak yüz binlerce kişi toplanmamış. Peygamberimiz alemi değiştiğinde koca koca beldeler “Biz artık sizin dininizden çıktık” demişler.
Hz Ebubekir, onlara hiçbir müdahale ya pa ma mış.
Oysa dinden dönmenin cezası çok açık.
Başka bir belde haber göndermiş, biz islamdan çıkmıyoruz ama bir oturup da şu zekat meselesini bir daha konuşalım demiş.
Hz Ebubekir orada çok öfkelenmiş, ordularımı gönderirim demiş.
Nerede o anlatılan hava, ortam, şartlar?
Nerede bunlar?
Şu son mesele de iyi bir misal…
Peygamberimiz çok açık, net bir duruşla, Kudüs denilmekte olan yerdeki sahte Mescidi Aksa’yı kabullenmemiş. Onu ret etmiş. Neler neler yaşanmış ve neler neler söylenmiş ama koca ümmet (!) hemen Asrı Saadet’in devamından itibaren sanki bunlar böyle yaşanmamış söylenmemiş gibi yoluna devam etmiş.
İşte İstanbul’u Hz Mehdi’nin fethedeceği bu kadar kesin dini delillere dayanıyor.
Rivayetler aktarılmış, tıpkı Mescidi Aksa meselesinde olduğu gibi ama bu fetih, Fatih, İstanbul meselesinde de uygulama ve kabullenişler sahih rivayetlerin tam aksine olmuş, sahih rivayetler arka plana atılmış, tam bir kaos ortamı.
Asrı Saadet’te bile tam manasıyla bir teşkilat oluşturulamamış, olağanüstü şartlara göre hamleler yapmış peygamberimiz… Yer gelmiş hadisleri yazdırmış, yer gelmiş ayetlerle karışıyor diye yazdırmamış. Yer gelmiş, elinde imkan olmadığı için münafıklar ve müşrikler karşısında uzun süre sabır etmiş. Bu böyle olduğu için çok sayıda ayet hatta sure nazil olmuş. İsa peygambere vazifesini yaptırmamak için her şeyi yapan sistem, o Ankebut ağı peygamberimizi de olağanüstü bir kuşatma altında tutmuş ve Asrı Saadet’te bile tahrif etme teşebbüsleri olmuş, hemen sonrasında da olmuş.
Peygamberimiz bir hadisinde, hicri 180 senesinden sonra dağlara çekilmek, inzivaya çekilmek caiz olur buyurmuş, neden?
Oraya kadar zor zahmet devam edecek gerçek müslümanlık ve sonra kaos her yere hakim olacak.
Fitne, iç çatışmalar, dini meselelerde tartışmalar hakim olacak sahaya.
İşte Emir Timur’u anlamak için bile bu temelden bakmak lazım tarihe ve dini meselelere lakin onun bile yerine geçilmiş daha sonra.
Sahih i Buhari’de Mehdi hadisleri neden yok?
Binlerce tartışılası şeyden biri de bu mesela.
Bazıları yorumlar yapmışlar, “Sahih i Buhari’nin yazıldığı devirde müslümanların hali çok kötüydü, çok sayıda sahte Mehdi türemişti. Her yerde Mehdilik tartışması vardı. Tam bir fitne devriydi” demişler. O nedenle temkinli oldu ve yazmadı o hadisleri demişler.
Lakin, hadis ilmini bilen, Mehdi hadislerinin sahih olduğunu da bilen, bu meselenin ne kadar mühim bir mesele olduğunu da bilen, daha kendi devrinde bile ne kadar sorunlara sebep olduğunu yaşayarak gören bir hadis alimi
“Benden sonraki devirlerde bu mesele daha da çok can yakar” demeli miydi, hadis ilmine göre “sahih” gördüğü rivayetleri Sahih i Buhari’ye almalı mıydı, neden almadı?
Saatlerce sesli konuşulacak mevzular var, yine de en doğrusunu Allah bilir.
Ben hala kedi hakkında bütün ümmetin kandırıldığı kanaatindeyim. Cinlerin çok tecih ettiği canlılar, hemen bedenlerine girebiliyorlar, her yerde dolaşıp herkesi izlemiş oluyorlar. Hatta uzaylı insan türleri, çok gelişmiş teknolojilerle kedilerin beyinlerinden görüntüleri ve sesleri bir şekilde çekiyor olabilirler.
Bu nedenle eskiden beri kedilerin insanların arasına fazlasıyla girmesi istenmiş gibi.
Şu anda yeryüzündeki devletlerin elinde olan teknolojiyle bile insan beyninden, o insanın gördüğü gerçek hayattaki görüntüler, sesler çekilebiliyor bilgisayarlara… Hatta insanın gördüğü rüyalar bile çekilebiliyor bilgisayar ekranlarına… Çip takmak bile gerekmiyor
Kedi, eti yenmeyen kara hayvanları arasında, salyası temiz görülen tek hayvandır, diyenler olmuş eskiden beri, neden bu istisna?
Diğer hayvanların kriterleri belli, azı dişleri ile ve tırnakları ile parçalayarak yiyorlar, necis hayvanları hatta leş olmuş hayvanları bile yiyorlar.
Bu nedenle o kara hayvanları temiz hayvanlar olarak görülmüyorlar, kedinin farkı ne?
Bir harp sonrasında, başında peygamberimizin bulunduğu müslümanlar 400 kadar düşman askerini esir aldılar, sonra bir acayip hal oluştu, islam ordusunda müslüman olarak bilinen kişiler o esirlerin bırakılmasını istediler, peygamberimize arz ettiler, ret edildiler.
Kısa süre sonra tekrar bunu talep ettiler, ret edildiler.
Sonra biri peygamberimizin karşısına geçerek bunu talep etti, ret edildi ve peygamberimiz ona sırtını dönüp gidiyorken o kişi peygamberimizin elbisesini arkasından çekti, çok sinirlenmişti.
Peygamberimiz tekrar onun yüzüne döndü ve “Esirleri bırakın, size de lanet, onlara da lanet” dedi.
Ordu komutanı değil miydi? Askerleri emri altında değil miydi? Birkaç sorunlu kişi varsa, onların hakkından gelemez miydi? Onları tutuklatamaz mıydı hatta o hainleri, münafıkları öldürtemez miydi, neden bu yolu seçti? Nasıl şartlar içindeydi? O kişileri sevindirmiş mi oldu, düşman askerlerini serbest bırakmış mı oldu, bunlar müslümanların hayrına olan şeyler mi, bunlar kabullenilir şeyler mi? Aynı kaynaklara göre bu lanet edilenlerin hiçbiri bir ay sonrasına sağlam çıkamadı, hepsi de ibretlik şekillerde öldüler.
Burada bile olağanüstü hal siyaseti, kararları var. Tek bu hadiseye bakan ilim sahibi, tercübeli, gün görmüş, insan tanımış bir kişi… Tek bundan bile anlar anlayacağını…
Hz İsa da aynı şartlardaydı, ondan önceki peygamberler de gerçekten bir tehlike karşısında kaldıklarında ya yapayalnızlardı ya da bir avuç samimi müslüman vardı etraflarında.
En az üç bin beş yüz yıldır, ihtimal ki beş bin yıldır bu dünya bu halde.
Büyük peygamberler bile bir avuç gerçek mü’min ile birlikte mücadele verdiler.
Ankebut ağı onlara hareket sahası vermemek için, onların anlattıklarının yayılmaması için, yayılmışsa bile sonradan tahrif olması için her yolu denedi ve deniyor.
Bence de yok.
Hem de Akademi Dergisinin on yıldan fazlasdır devam eden şu sarsıcı hizmetine rağmen yok, olsa, nasıl durabilirler, ne sebeple geri durabilirler, tepkisiz kalabilirler bunca şeytanlığa, sömürmeye.
2012 yılında bile Akademi’yi bilenlerin sayısı Türkiye genelinde milyonlarca kişiydi. Ondan birkaç sene sonra hakimler, savcılar, siyasetçiler, iş adamları bunların neredeyse tamamı bilip düzenli takip ediyordu.
2015’e gelmeden önce bile dünyanın çok sayıda ülkesi biliyor takip ediyordu.
Hükumetleri ve üst isimleri 2016’dan sonra onlarca ülke dikkatle ve anlık takip etti.
İran elçiliğinden beni aradıklarında 2012 yılıydı, takip ediyoruz, beğeniyoruz, gelin bir çayımızı için dediler. Evet sonradan iyice sansürlediler ama yine de yayıldı. Zaten milletin umurunda değildi, bir şey milyonlarca kişi tarafından bilindikten sonra nasıl sansürlenebilir?
Bilindiği anlarda ne oldu, hiçbir şey değişmedi. Sabetaycılar, yalan tarih, hainler, sömürmeler, ihanetler zulümler hiç umurlarında olmadı. Daha benimle uğraştılar. Asrı Saadet’de aynı böyleydi.
Bir avuç gerçek müslüman vardı kadınlar ve erkekler arasında. Meselenin bir de şu tarafı var, mesela bir kedi bir şeyi yedi, bir kısmı artık kaldı ama artık kalan kısmı daha çok ve kedi o kısma temas da etmedi salyasını da bulaştırmadı. Isırdığı yeri kopartıp kalan temiz kısmı yemek var.
Bir de kedi yedi, temas etti, salya bulaştırdı da o kısmı dahil her kısmı yemek var.
Ayrıca bir kedi bir kaptan su içti, sonra o kap yıkandı, temizlendi tekrar su kabı oldu, ondan bir insanın su içmesi ya da abdest alması var.
Bir de salyasını bulaştırdığı suyu o kabın içinden içmek var. Bunlar aynı şeyler değiller. Pek çok fıkhi meselede, hem de çok sayıda meselede bu gibi kısımlar değerlendirilmediği için akıl almaz hatalı kabullenişler olmuş, asırlarca da devam etmiş, ediyor.
“Kedilerde süt dişleri 2 – 4 haftalıkken çıkmaya başlar. 6. haftadan itibaren bir yavru kedinin ağzında 26 adet süt dişi bulunur. Bu dişler kesici dişler, köpek dişleri, küçük azı dişleri olarak adlandırılır. 12 adet kesici, 4 adet köpek dişi ve 10 adet küçük azı dişi toplamda 26 diş yavruluk döneminde çıkar.” (14 Ağustos, paylaşım saati: 18:53)
___________________________________________
Tartışılacak bir yanı bile yok, Ebu Hureyre hiç itibar edilebilecek bir kişi değildi. Hiç samimi ve dürüst değildi.
Onun aleyhinde anlatılan ve tamamı Şia ye Mutezile uydurması olduğu zan edilen pek çok şey Şia ve Mutezile uydurması değil, gerçek.
Onlar, bizim muteber kaynaklarımıza da geçmiş, acı ve üzücü hadiseler.
Hz. Ömer’in bir gece vakti Ebu Hureyre’ye sağlam ama çok sağlam bir tokat attığı… Onu tek tokatla yere serdiği de gerçek.
Çünkü Hz Ömer ve diğer gerçek mü’minler, peygamberimizin cismani dünya hayatı devam ediyorken, alemi değişmemişken bile, Ebu Hureyre’nin ne halt olduğunu biliyorlardı.
Hz. Ömer’in, Ebu Hureyre’nin hadis rivayet etmesini yasakladığı da gerçek. Bu da şii ifitrası değil. Bozuk saatler bile günde iki kere doğruyu gösterirler. Şiilerin arasında bu bilgiler yayılmış diye, hemen dönüp “Bunlar şii uydurması” deyip geçmek dürüstçe bir tavır değildi, değil.
Ebu Hureyre’nin valilik yapıp Medine’ye döndükten sonra, gayet aşağılayıcı tavırlarla Hz Ömer tarafından aşağılandığı…
Hak ettiği tavrı gördüğü…
Hz Ömer’in ona “Allah’ın düşmanı” dediği…
Hırsız olarak görüldüğü…
Malının, parasının hesap edilerek, alnının akıyla kazanamayacağı düşünülen kısmına el konulduğu ve hazineye aktarıldığı, gerçek…
Onun ve benzerlerinin yeniden bir yerlere idareci olarak gönderilmiş olması ya da gönderilmek istenmesi, onun ve benzerlerinin masum olduğunun delili değildir.
Çünkü… Kaht-ı rical vardı. Yani, sayıca az olan samimi müslümanlar her şeyi düzgün, hukuka uygun, Allah’ın ve resulünün istediği şekilde yapmak istiyorlarken…
Müslüman olduğunu söyleyen yığınlar sürekli samimiyetsizlik yapıyorlardı. Aynı bizim bu zamanımızdaki gibi… Bir gerçek müslümanlar vardı, bir de müslüman olduğunu iddia eden İslamcılar… Onlar dini bir ideoloji, bir siyaset, bir araç olarak görüyorlardı.
Sorun, üç beş kişinin cezalandırılması, kısa süreli iç mücadelelerin yaşanması ile çözülebilecek gibi değildi.
Bu gün de bu devasa sorun çözülemiyor ve gözüm ufukta çok çok büyük afetleri bekliyoruz. O devasa afetlerin imdada yetişmesini bekliyoruz. Maraş merkezli afetler sırasında olduğu gibi, milyonlarca başka İslamcının da bir gece ya da gündüz vakti cehenneme topluca sevk edilmesini bekliyoruz.
Bu kadar büyük bir fitneyle mücadeleye güç yetiremiyor ve çok daraldıkça topuna lanet edip geçiyoruz. Sonra tekrar siyaset yapıyor, sakinleşiyor, tekrar mücadele ediyoruz.
Ebu Hureyre’nin zamanında da sadece idareci olanlar değil, idare edilenlerin de büyük çoğunluğu dininde samimi değildi. Ve bir insan, gücünün yetmediği şeylerden mesul tutulamaz. Bu kadar büyük bir fitne, yalan, nifak, samimiyetsizlik sisteminde, istemeye istemeye o samimiyetsiz kişilere siyaset yapmak, onları, elden geldiğince istikamete sevk etmek zorunda olur idareci/emir ya da alim bir insan…
Bunu yaparken de bulduğu her fırsatta, müslüman rolü oynayan o samimiyetsizleri hem azarlar, hem tokatlar, hem aşağılar, hem de “Git, şu işi yap” der.
Gerçekten devlet adamı olmak, siyaset bilmek de budur zaten. Bu şartlarda bile sağlam temeli koruyabilmektir. Gerçek, samimi olan müslümanları muhafaza edebilmektir. Yoksa münafık yığınlar, samimi müslümanları bir kaşık suda bile boğarlar. Yeter ki fırsatını bulsunlar.
Ebu Hureyre, Hz Ömer’in kendisini tek tokatla yere serdiği anı anlatırken de baştan sonra samimiyetsizlik sergileyerek anlattı. Ebu Hureyre’nin aslında ne olduğunu, neyin peşinde olduğunu hz. Peygamberimiz de biliyordu, hz. Ömer de biliyordu. Diğer gerçek sahabiler de biliyordu. Onlar, kendilerinden görünen münafıkların, ikbal perestlerin, samimiyetsizlerin, dünya sevdalılarının karşısında dahiyane bir siyaset icra ediyorlardı. İblis’in koluna girerek çekip çevirdiği düşük tiplerin, fitnecilerin, yiyicilerin her şeyi iyice bozmalarına izin vermiyorlardı. ( 14 Ağustos, paylaşım saati: 20:07 )
___________________________________________
“Bir kadın, ölünceye kadar hapsettiği, doyurup sulamadığı ve haşeratından yemesine müsaade etmediği bir kedi sebebiyle azab olunmuş ve cehenneme girmiştir.” (Müslim, Birr, 134, 135)
Bir örnek olması için paylaştım. Ebu Hureyre tarafından aktarılan şu söz de sahih bir hadis değil. Uydurduğu sayısız sahte hadisten biri de bu…
Bu hususta Ebu Hureyre’yi hz Aişe validemiz de ikaz etti ama ortalıkta elini sallasa bir kişi, bir münafığa, samimiyetsize, menfaatçiye çarpıyordu. O kadar çoklardı.
Zamanla bu gibi konularda iyice birbirlerini savundular, birbirlerini övdüler, sözleri eğip büktüler ve en haklı, aynı zamanda zaruri tenkitleri bile gündemden düşürdüler. Yollarına baktılar.
Rivayet edeni Ebu Hureyre olan hiçbir hadise itibar edilemez… Ta ki başka muteber raviler (rivayet ediciler) üzerinden, Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği o hadis ayrıca doğrulana kadar…
Eski takipçiler biliyorlar. On seneden fazla süre öncesinden bu yana, çok sayıda yalan, yanlış şeylerin doğrularını anlatmaya çabalıyorum.
Bu ümmet o kadar kandırlımış bir ümmet ki “Ashabın hepsi müçtehitti” diye bir yalan, bir kandırma, hiç beklenmeyecek kitaplara bile girmiş.
Müçtehit, yani İmam-ı Azam misali mezhep imamı…
Oysa ashabın hepsi okuma yazma bile bilmezdi. Bilenlerinin tamamına yakını ise alim/hoca bile değildi. İstisnalar hoca idi, onların arasından sadece birkaç kişi ise müçtehitlik seviyesinde alim kişilerdi.
Bunun aksi, zaten hayatın olağan akışında mümkün olamayacak bir şey…
Anlaşılması için daha açık bir misal vereyim. “Türkiye halkının tamamı Yargıtay baş hakimleri gibidir. O seviyede yüksek hukuk bilgisine sahiptir.” demek gibi bir şey bu….
Bu mümkün olamayacağı gibi, peygamberimizin çevresindeki sahabenin tamamı da müçtehit değildi. Yani hukuka dair, fıkha dair her hususu bilen, her hususun içinden çıkabilen kişiler değillerdi. Asrı saadetten hemen sonra, ondan fazla hak mezhep oluştu. Çünkü ancak yaklaşık olarak o kadar müçtehit sahabi vardı. Onlar, peygamberimizden fetvası açıkça duyulmamış hususlarda, derin hukuk/fıkıh bilgilerinden istifade ile kıyas yaparak fetva veriyorlardı.
Bu mezheplerin bir kısmı kısa sürede unutuldu, çünkü esasları, fetvaları kitaplara geçmedi veya kitaplara geçen kısmı korunamadı. O kitaplar İslam düşmanlarınca yok edildi.
Peygamberimizi teskin eden, ona moral veren, ona sabır etmesini tavsiye eden, onun yaşadığı şartların ne kadar da zor şartlar olduğunu gözler önüne seren çok sayıda müstakil sure varken ve ayrıca diğer surelerde de alakalı ayetler varken…
Hiç kimse çıkıp da “Susun, ashabın hepsi müçtehitti. Hepsi veli zatlardı. Hepsi keramet ehliydi. Hepsi örnek şahsiyetlerdi” diyemez.
Evet, ashabın hepsi gökteki yıldızlar misaliydi… Kim onlardan birine uysa yolunu, doğru yolu ve kurtuluşu bulurdu ama orada kastedilenler ashab-ı kiram…
Sahabi gibi görünen, gerçekten iman etmemiş olan, hep samimiyetsiz olan, menfaatinin peşinde olan ya da müslümanlar korktuğu için müslüman rolü oynayan kişiler kastedilmiyor…
Yukarıda yazdığım gibi, peygamberimizin alemi değişmesinden sonra yığın yığın, peş peşe, İslam dininden çıktığını ilan edenler kastedilmiyor bu gibi hadislerde…
Hiç kimse de çıkıp “Tamam doğru söylüyorsun ama o dediğin münafıklar peygamberimizin yakın etrafında yoklardı. Allah peygamberini hususi şekilde muhafaza ediyordu” diyemez. Bu bakış açısı da son derece kusurlu ya da samimiyetsizce bir bakış açısı…
Hak peygamber var diye, mücadele veriyor diye, her gün her davranışının olağan üstü, mucizevi seviyede olmasını beklemek çok yanlış. O halde on binlerce hatta belki de yüz binle peygamber neden, nasıl şehit edildi?
Öyle samimiyetsizler hatta münafıklar, diğer peygamberler gibi peygamberimizin hep çok yakınındaydılar. Bu hususta ayet-i kerime dahi var. Münafıklar hakkındaki onca ayet-i kerime nasıl göz ardı edilebilir.
Münafıklar, dört halifenin de çok yakınındaydılar. Onların da rahatça İslam dinine ve müslümanlara hizmet etmesine izin vermediler. Hep her hususta sorunlar çıkarttılar. İslam dinini yok edemiyorlardı, müslümanları tamamen yok edemiyorlardı, buna güçleri yetmiyordu ama ellerinden gelen sinsiliklerle bunu deniyorlardı.
Ebu Hureyre de gerçek sahabeden biri değildi. ( 14 Ağustos, saat: 20:36 )
___________________________________________
![](https://i0.wp.com/mfs.tv/wp-content/uploads/2023/08/IMG_20230815_175538_631.jpg?w=768&ssl=1)
Abime de dedim İbrahim, ben mfs’yi yıllardır takip ederim. Bu mesele kedi meselesi değil. Bu meselenin arkası çok geniş ve karışık duruyor. Dur bakalım yakında neler duyacağız. ( 14 Ağustos, paylaşım saati: 21:24 )
___________________________________________
Siyaset bilenler hemen anlayacaklar…
“Amcası Sa‘d b. Ebû Zübâb’ın Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer devirlerinde Devs kabilesinin reisliğini yapması (Abdülmün‘im Sâlih Ali el-İzzî, s. 18-19), yakaladığı Kureyşliler’i intikam almak için öldüren dayısı Sa‘d b. Subeyh’in devrinin tanınmış yiğitlerinden biri diye bilinmesi (İbn Sa‘d, IV, 325; İbn Kuteybe, el-Maʿârif, s. 277), bazı iddiaların aksine Ebû Hüreyre’nin hem baba hem de anne tarafından tanınmış bir aileye mensup olduğunu göstermektedir.” ( 15 Ağustos, paylaşım saati: 3:57 )
___________________________________________
___________________________________________
Akademi Dergisi:
Gerçek adının ne olduğu bile bilinemeyen ve Ebu Hureyre (Kedilerin babası) lakabıyla bilinen kişiyi, hz Ömer, hz Osman, hz Ali’den tutalım da çok sayıda tabiin alimine ve İmam-ı Azam’a kadar, bütün gerçek müslümanlar tenkit ettiler, ret ettiler. Rivayetlerine itibar etmek istemediler.
Çok sonradan “Sahabenin hepsi muteberdir.” baskısı, inancı oluşturulunca, sorgulamalar ve tenkitler bir kenara bırakılarak Ebu Hureyre’nin rivayetlerine itibar edilir oldu.
“Günes ve Ay ne suç islemisler?”
Ebû Hüreyre’nin tâbiî râviler tarafından da elestirildigine dair haberler mevcuttur. Ebu Seleme b. Abdirrahman, Basra mescidinde Hasan el-Basrî (ö.110/728)’in yanına oturmus ve ona Ebû Hüreyre yoluyla Resûlullâh’tan naklen su hadisi rivâyet etmistir: “Günes ve ay kıyamet günü, ateste birbirine sarılmıs iki öküzdür.” Hasan Basrî bu sözün uydurma oldugunu ima ederek: “Günes ve Ay ne suç islemisler?” deyince Ebu Seleme, “Ben sana Resûlullah’ın sözünden bahsediyorum, sen ne konusuyorsun” diye (rivayetin reddedilmesine) tepki göstermistir. 102
102 – Ibn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vilu Muhtelifi’l-hadîs / Hadis Müdafaası, (trc: M. Hayri Kırbasoglu), Kayıhan yay., Istanbul 1979, s. 139-140;
Bütün bunlara ek olarak Ebû Hüreyre’ye yönelik tenkitlerin yogunlastıgı nokta ise, onun Yahudi kültürü ve kutsal metinleri ile olan irtibatı, Yahudi mühtedilerinden Kâb’ul- Ahbâr (ö.32/652)113 ve Vehb b. Münebbih (ö.114/732) ile olan iliskisidir.
Ibn Kesîr (ö.774/1372) de isrâiliyattan oldugunu düsündügü rivâyetlere isaret etmekte ve bu rivâyetlerin Kâ’b’ul-Ahbâr aracılıgı ile gelmis olabilecegini belirtmektedir.115
115 – Ibn Kesîrr, Ebü’l-Fida Imadüddin Ismail b. Ömer, el-Bidâye ve’n-nihaye, Kahire (Matbaatü’s-Saade Matbaabü’s-Selefiyye) [y. y. , y. y. ], 1932/1351, I-II. Ayrıca Ibn Kesîr’in isrâiliyattandır dedigi rivâyetler için bkz. I; 37, 38, 86, 96, 158, 278, 307.; II; 26, 51, 115.
Ebû Hüreyre’nin, Kâ’b’ul Ahbâr’ın ve Vehb b. Münebbih’in Yemen asıllı olması bu tenkidin temelini olusturmaktadır. Zira Yemen’in çesitli din ve kültürlerin besigi olması, yıldızlara kısmen de putlara tapma gibi inaçların mevcudiyeti, ayrıca VI. Asırda Yahudi dininin sonrasında ise Hıristiyanlıgın revaç bulması nedeniyle Yemen’de kültürel çesitlilik yogundu. Miladi 630 yılına dogru bütün Güney Arabistan ve Yemen halkı müslümanlıgı seçmis olmasına ragmen bölge insanları özellikle de bilginleri gittikleri yerlerde eski inançlarını anlatıyor onları yaymaya gayret ediyorlardı.117
117 – Atmaca, “Hadis’te Isrâiliyat’a Bakıs (I)”, s. 366-367.
Ebû Hüreyre’nin Tevrat’ı çok iyi bildigine dair rivayetler de118 onun isrâiliyat rivâyet etmekle itham edilmesine sebep olmustur.119 Ebû Hüreyre’nin Kâ’bu’l-Ahbâr aracılıgıyla Kitâb’ı Mukaddes’den bilgi aldıgı iddia edilmekte ve okuma yazma bilmeyen Ebû Hüreyre’nin Tevrat’tan birtakım nakiller yapması nedeniyle onun Tevrat’a ait bazı bilgileri Hz. Peygamberden duymus gibi rivâyet etmis oldugu iddia edilmektedir.120
118 Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübela, II, 600.
119 Güner, “Zakir Kâdiri Ugan’ın Hadis Sistematigine Yönelik Elestirilerinin Tahlil ve Tenkidi” s. 78-79.
120 Güner, a.g.m., a.y.
Hadis rivâyet ettigi kimseler arasında Kâb’ul-Ahbâr’ın da zikredilmesi,123 Ebû Hüreyre’yle Kâ’b’ın bir araya geldiklerinde Ebû Hüreyre’nin Kâ’b’a Hz. Peygamber’den hadis rivayet ettigi buna mukabil Kâ’b’ın da Ebû Hüreyre’ye geçmis milletlerden nakilde bulunduguna dair rivayetlerle,124 cuma günündeki icabet saatinin vakti hususunda oldugu gibi onun Ebû Hüreyre ile dinî konularda tartısmalarına dair rivâyetler de Ebû Hüreyre’nin isrâiliyat rivâyet etmekle itham edilmesinin sebeplerindendir.125
123 Ibn Hacer, el-Isabe fî temyizi’s-sahabe, ofs – Bagdad (Matbaatü’s-Saade) , IV, 205. 124 Ebû Reyye, Edva, s. 169.
125 Ebû Reyye, Ebû Hureyre (Seyhu’l Mudire), s. 93.
Bütün samimi/gerçek müslümanlar tarafından menfaatçi, güvenilmez, yalancı biri olarak görülen Ebu Hureyre’nin, listelemekle baş edilemeyecek kadar çok sayıda, hadis diye uydurduğu, aktardığı metinler var.
Onlardan çok meşhur olan birkaçını paylaşacağım.
Biri şu aşağıdaki metin ve ne yazık ki bu metin Buhari’de bile var:
Ebû Hüreyre (r.a)’den rivâyet edildigine göre Peygamber (s.a.v) söyle buyurdu: “Eyyûb, çıplak olarak yıkanmakta iken üzerine “altın çekirgeler” yagdı. O da elbisesine doldurmaya baslayınca, Rabbi söyle seslendi: Ey Eyyûb, su gördügüne ihtiyacın olmayacak kadar sana varlık vermedim mi? Eyyûb (a.s): Öyledir Rabbim, fakat ben senin bereketinden müstagni kalamam, dedi.”
(Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ismâil el-Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, I-VI, Daru’s-Sahnûn, Çagrı yay., Istanbul, 1992, Gusül 20, Tevhid 35, Enbiyâ 20)
Yine Ebu Hureyre’nin uydurduğu ve Buhari’de de bulunan şu metin:
Ebû Hüreyre (r.a) dedi ki: Resûlullah (s.a.v) söyle buyurdu: “Mûsâ (a.s) çok hayâlı ve avretini örtmeye çokça gayret eden birisiydi. Hayâsından ötürü teninden hiçbir yer görünmezdi. Isrâilogullarından ona eziyette bulunanlar eziyet ederek: Onun bu sekilde örtünmesinin tek sebebi derisindeki bir kusurdur. Baska bir sebebi de yoktur. Bu ya bir barasdır ya hayalarında siskinlik vardır yahut bir baska hastalıgı vardır, dediler.
Allah da Mûsâ’nın onların söylediklerinden uzak oldugunu ortaya çıkarmak istedi. Mûsâ (a.s) bir gün tek basınayken elbiselerini çıkartıp, tasın üzerine bıraktı.
Sonra yıkandı. Yıkanmasını bitirince elbiselerini almak üzere geldi. Fakat tas, Elbisesini de beraberinde hızlıca götürüp gitti. Mûsâ, âsâsını aldı ve tasın arkasından gitti. Bu arada: Ey tas elbisemi ver, ey tas elbisemi ver, diyordu.
Nihâyet Isrâilogullarından bir toplulugun yanına kadar vardı. Isrâilogulları Onun çıplak oldugunu ve Allah’ın yarattıgı en güzel bir sûrette bulundugunu gördüler. Böylelikle Allah onların söylediklerinden onu temize çıkarmıs oldu. Tasta yerinde durdu, Mûsâ (a.s) elbisesini alıp giyindi. Asasıyla da tasa vurmaya basladı. Allah’a yemin ederim, onun üç, dört ya da bes defa tasa vurmasından ötürü tasta girintiler vardır. Iste Yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Siz de Mûsâ’ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihâyet Allah onu, dedikleri seyden temize çıkardı. O, Allah yanında serefliydi. ” buyrugu bunu anlatmaktadır. (el- Ahzâb/69)”
(Buhârî, Enbiyâ 28.)
Ebu Hureyre’nin, Yahudiler arasındaki bozuk inanışların çok benzerini hadis diyerek uydurduğu şu metin:
Ebû Hüreyre (r.a) dedi ki: “Ölüm melegi Mûsâ (a.s)’ya gönderildi. Melek ona gelince, gözü üzerine bir tokat indirdi. Melek Rabbinin yanına dönerek: Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin dedi. Yüce Allah buyurdu ki: Ona dön ve de ki: Elini bir öküzün sırtı üzerine koysun. Eli altında kalan her bir kıl için ona bir sene ömür verilecektir. (Mûsâ): Rabbim sonra ne olacak deyince, sonra öleceksin, buyurdu. Mûsâ: O halde simdi (öleyim), dedi. Yüce Allah’tan da kendisini Arz-ı Mukaddese bir tas atımlıgı kadar bir mesafeye yaklastırmasını niyaz etti.”
Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve selem söyle buyurdu ki: “Eger orda olsaydım, o kırmızı kum yıgınının alt tarafındaki yolun kenarında bulunan kabrini size gösterecektim.”
(Buhârî, Cenâiz 69.)
Ne yazık ki yine Sahih-i Buhari’de bulunan, sahih hadis zan edilen, lakin Yahudiler arasından, bozulmuş Tevrat kaynaklı olarak müslümanların itikadına bulaştırılan şu söz de uydurma…
Ve hadis diye uydurulan şu metine inanmak, itikaden çok tehlikli bir aldanış olur.
Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmistir. Hz. Peygamber söyle buyurmustur: “Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı. Boyunun uzunlugu altmıs zirâ idi. (Yaratılması tamamlandıktan) sonra Allah Âdem’e:
Haydi meleklerden sunların yanına git de onlara selam ver! Ve onların senin selamını nasıl karsıladıklarını iyi dinle. Çünkü bu hem senin hem de senden sonra zürriyetinin selamlasmasıdır, buyurdu.
Bunun üzerine Âdem meleklere: Es-Selâmu aleykum (selam üzerinize olsun), dedi. Onlarda es-Selamu aleyke ve rahmetu’llahi (esenlik ve Allah’ın rahmeti üzerinize olsun), diye karsıladılar. Ve Selamlara “Ve rahmetu’llahi” kısmını ziyade ettiler (ki, bu selamlasmanın ilk mesruiyeti ve bu sözle söylenisidir.) Âdem, beserin büyük atası oldugu için, cennete her giren kisi Âdem’in bu güzel sûretinde girecektir. Âdem’in (sonra gelen) torunları, onun güzelliginden ve uzunlugundan eksilmeye devam eder. Nihâyet (bu eksilis) simdi (bu ümmette) sona erdi.
(Buharî, Istizân 1. Bu rivâyette Allah, Âdem’i kendi sûretinde yarattı ifadesi yer almaktadır.)
Değerlendirme:
“Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı” lafzıyla “Allah Âdem’i altmıs zirâ boyunda yarattı” lafızlarının Tevrat metinleri ile uyumlu olması ve isrâiliyat olarak nitelenmesi sebebiyle biz hadisin daha çok bu kısımları üzerinde duracagız.
Hadisin isrâiliyat olarak nitelendirilmesinin tek nedeni Âdem’in Allah’ın sûretinde ve altmıs zirâ boyunda yaratıldıgının ifade edilmesi degildir. Ahmed b. Hanbel’de geçen bir rivâyette “kavga ederken yüze vurmaktan sakının” cümlesinden sonra gelen “Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı” ifadesi Hz. Peygambere degil hadisin senedinde bulunan Abdurrahman b. Mehdi’ye izafe edilmistir.567 Abdürrezzâk, Buhârî ve Ebû Dâvûd’un birer, Müslim’in dört, Ahmed b. Hanbel’in altı olmak üzere toplam on üç rivâyette hadis tek cümle halinde gelmekte ve “sûret”ten” bahsedilmemektedir. Buna mukabil bu on üç rivâyetin üçü Ebû Sa’id el-Hudrî’den on tanesi de Ebû Hüreyre’den nakledilmektedir. Hadisin Ebû Sa’id el-Hudrî rivâyetlerinde ise “sûret” ifadesi geçmemektedir.568 Yüze vurmanın yasaklanması ile sûret kavramının birlestigi rivâyetler Ebû Hüreyre’ye izafe edilerek nakledilen rivâyetlerdir.569
568 Abdürrezzâk, el-Musannef, IX, 444; Hanbel, el-Müsned, X, 294. (Ebû Hureyre’den nakledilen ve sadece yüze vurmaktan sakının seklinde gelen rivâyetler için Bkz. Hanbel, el- Müsned, VIII, 198, 282, 315, 353; IX, 314. )
569 Kahraman, Hüseyin, “Sûret hadisi Üzerine Baglam Esaslı Bir Tahlil Denemesi”, HTD, I, sy: I, 2003, s. 57.
Bozulmuş Tevrat’ta bu haber sarih bir sekilde söyle anlatılmaktadır: “Tanrı, ‘Insanı kendi sûretimizde, kendimize benzer yaratalım dedi, ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuslara, evcil hayvanara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun. Tanrı insanı kendi sûretinde yarattı. Böylece insan Tanrı sûretinde yaratılmıs oldu. Insanları erkek ve disi olarak yarattı.”575 Tanrı insanı yarattıgında onu kendine benzer kıldı”576
575 Tekvin (Yaratılıs), 1/26-27.
576 Tekvin (Yaratılıs), 5/1.
Rivâyetin isrâiliyatla itham edilen diger kısmı ise Âdem’in altmıs zirâ boyunda yaratıldıgının ifade edildigi kısımdır. Buna göre; Tevrat’ta eski zamanlardaki iri adamlara delalet eden “nefiller” kelimesi geçmekle beraber577 ilk insanın boyunu ifade eden açık bir rakam yoktur. M. S birinci yüzyıla kadar uzanan ve Tevratın tefsiri sayılan eski Yahudi kaynaklarına dayanılarak verilen bilgiye göre ise; “Allah Âdem’i o kadar büyük yaratmıstır ki, yattıgı zaman boyu dünyanın bir ucundan öbür ucuna uzanıyordu. Ayakta durdugu zaman ise bası Allah’ın tahtı seviyesine çıkıyordu. Sonra Allah meleklerin bu büyük adam karsısında saskınlık ve korkularını yatıstırmak için elini Âdem’in üzerine koydu ve boyunu 1000 zirâ’ya indirdi. Âdem’in itaatsizlik yaparak bilgi agacından yemesi üzerine de boyunu 1000 zirâ’dan 100 zir’a’ya düsürdü.” denilmektedir.578
578 Ünal, “Seçmeci veya Elestirel Yaklasım veya Peygamber’i Anlamak”, s. 52-53.
Talmud’da ise baslangıçta yeryüzünü kaplayacak kadar büyük yaratılan Âdem’in yasak meyveyi yiyerek Tanrı’nın emrine karsı gelmesi sonucunda hemen küçüldügü ifade edilmektedir. Öyleki Tanrı’nın Âdem’e neredesin? diye sorması onun agaçların arasına gizlenecek kadar küçüldügüne isaret etmektedir.579
579 Gürkan, “Yahudi ve Islâm Kutsal Metinlerinde Insan’ın Yaratılısı ve Cennet’ten Düsüs”, s. 31.
Ebu Hureyre’nin başka bir uydurması:
Resûlullah (s.a.v) söyle buyurmustur: “Süleymân b. Dâvud (Allah’ın selam’ı onlara olsun): Yeminle söylüyorum ki, ben bu gece yüz kadını yahut doksan dokuz kadını dolasırım da, onların her biri Allah yolunda cihad edecek bir süvari (dünyaya) getirir, dedi. Arkadası kendisine: Insâallah de, dedi. Fakat o insallah demedi. (Bütün kadınları dolastı), neticede bir tek kadın müstesnâ, kadınlardan hiçbiri hamile olmadı. Hamile olan o tek kadın da yarım bir erkek çocugu (dünyaya) getirdi. Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eger Süleyman insallah deseydi, o çocukların hepsi de (dünyaya gelir ve) birer süvâri olarak Allah yolunda cihâd ederlerdi.”602
(Buhârî, Cihâd 23.)
Ebû Hüreyre’nin rivâyette bulundugu kimseler içerisinde isrâiliyat nakletmekle itham edilen Kâ’bu’l Ahbâr ve Abdullah b. Selâm gibi kimselerin bulunması ve Kâ’bu’l Ahbâr’ın “Tevrat’ı okumadıgı halde, içinde bulunanları Ebû Hüreyre’den daha iyi bilenini görmedim” demesi onun Ebû Hüreyre’ye Tevrat’tan bir seyler ögrettigini göstermektedir, denilmistir.656 Nitekim Kâ’b ile Vehb b. Münebbih Tevrat metinleri ile uyum arzeden Hz. Süleyman’ın 1000 hanımı oldugunu ifade eden rivâyette bulunmuslardır.657
656 Cerrahoglu, Ismail, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, I, 132.
657 Hakim, el-Müstedrek, IV, 1551-1552. Ayrıca Bkz. Ibn Hacer, Feth, VI, s. 531.
Ebu Hureyre’nin, bozulmuş Tevrat’a ve Yahudilerden dinlediklerine dayanarak ve hadis diyerek uydruğu bir metin de şu:
Ebû Hüreyre’den rivâyet edildigine göre o söyle demistir: Ibrahim peygamber yalnız üç defa yalan söylemistir: Bunlardan ikisi Aziz ve Celil olan Allah’ın zatı ve rızası içindir: Puta tapanlara “Ben Hastayım” ve “Belki putların su büyügü bu kırma isini islemistir” demesi. Resûlullah üçüncüsü içinde söyle demistir: “Ibrahim günün birinde (güzel bir kadın olan esi) Sâre ile beraber ansızın azılı bir zalimin memleketine ugramıstı. Adamları tarafından o zalim hükümdara: Su sehre bir kimse gelmistir.
Beraberinde insanların en güzeli bir kadın vardır, diye haber verildi. Zalim kralda, Ibrahim’e haber gönderdi. Geldiginde Sâre’den söz ederek: Bu kadın kimdir? diye soruldu. Ibrahim (a.s): (din yönünden) kız kardesim dedi. Sonra Ibrahim, Sâre’nin yanına geldi ve Ey Sâre, yeryüzünde (bizim iman ettigimiz esaslara) senden ve benden baska iman eden kimse yoktur. Bu melik, bana seni sordu. Ben de ona senin benim kızkardesim oldugunu haber verdim. Sakın benim sözümü yalan çıkarma, dedi.
Arkasından zalim melik Sâre’ye elçi gönderip çagırttı. Sâre onun yanına gelince melik eliyle Sâre’ye uzanmak için davrandı, bu anda adam bir hale yakalandı, nefesi boguldu. Hemen Sâre’ye: Benim için Allah’a dua et, ben sana zarar vermeyecegim, dedi. Sâre, Allah’a (onun çözülmesi için) dua etti. Duanın akabinde adam o halden salıverildi. Sonra Sâre’ye ikinci defa uzandı. Bu seferde birincideki gibi yâhud ondan daha siddetli bir hâle yakalandı. Yine Sâre’ye: -Benim için Allah’a dua et, ben sana zarar vermeyecegim dedi. Sâre yine duâ etti, o da yine çözüldü ve kapıcılarından bazısını çagırdı da: Sizler bana insan getirmediniz, ancak bir seytan getirdiniz, dedi. Akabinde Hacer’i Sâre’ye hediye etti. Sâre Ibrahim’e geldi. Ibrahim, namaz kılıyordu. Eliyle “Mehye” yani halin nedir? diye isaret etti. Sâre, Allah kâfir’in yahûd fâcirin tuzagını kendine çevirdi ve Hacer’i de bana hizmetçi verdi dedi.
Ebû Hüreyre: Iste bu Hacer sizin ananızdır, ey semâ suyunun ogulları demistir.
(Buhârî, Enbiyâ 8.)
Rivâyetin peygamberlerin ismet sıfatına aykırı oldugu da söylenilmistir. Islâm inancına göre Peygamberler günah islemekten masumdurlar. Yine onların “sıdk” sıfatı vardır. Bunun için asla yalan söylememislerdir. Onların yalan söylediklerine ya da günah islediklerine dair rivâyetler merduttur ve çoguda Tevrât kaynaklıdır.
Uydurma hadiste zikredilen ve Hz. Ibrahim’in güya söyledigi üç yalandan birisi olan karısı Sâre’nin kızkardesi oldugu ile ilgili ifade ise bozulmuş Tevrat’ta su sekilde yer almaktadır:
“Ülkedeki siddetli kıtlık yüzünden Avram geçici bir süre için Mısır’a gitti. Mısır’a yaklastıklarında karısı Saray’a, ‘Güzel bir kadın oldugunu biliyorum’ dedi, Olur ki Mısırlılar seni görüp, ‘Bu kadın karısı deyip beni öldürür, seni sag bırakırlar. Lütfen, Onun kızkardesiyim de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar. Avram Mısır’a gelince, Mısırlılar karısının çok güzel bir kadın oldugunu fark ettiler. Kadını gören Firavunun adamları, güzelligini Firavuna övdüler. Kadın saraya alındı. Onun hatırı için Firavun Avram’a iyi davrandı. Avram davar, sıgır, erkek ve disi esek, erkek ve kadın köle, deve sahibi oldu. Rab Avram’ın karısı Saray yüzünden Firavunla ev halkının basına korkunç felaketler getirdi. Firavun Avram’ı çagırarak nedir bana bu yaptıgın? dedi, “Neden Saray’ın karın oldugunu söylemedin? Niçin Saray kızkardesimdir diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git! Firavun Avram için adamlarına buyruk verdi. Böylece Avramla karısını sahip oldugu her seyle birlikte gönderdiler.”717
717 Tekvin (Yaratılıs) 12/10-20.
Ebu Hureyre’nin bir başka uydurması:
Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmistir: Biri müslümanlardan biri de Yahudilerden olan iki adam biribirlerine küfrettiler. Müslüman Yahudi’ye:
Muhammed’i âlemler üzerine seçip tercih eden Allah’a Yemin ederim ki! dedi. Yahudi de müslüman’a hitaben: Mûsâ’yı âlemler üzerine seçip tercih eden Allah’a yemin ederim ki dedi. Ebû Hüreyre dedi ki: Yahudi bu yeminini yaptıgı sırada Müslüman öfkelendi de Yahudinin yüzüne bir tokat vurdu. Bunun üzerine Yahudi Resûlullah’ın yanına gitti, kendisinin ve müslüman kisinin arasında olup biten seyleri Resûlullah’a haber verdi. Bunun üzerine Resûlullah:
-Beni Mûsâ’dan hayırlı kılmayınız! Çünkü insanlar kıyamet gününde çarpılıp bayılacaklardır. (Onlarla beraber bende bayılırım) Fakat ben ilk ayılan kimselerden olurum. O anda Mûsâ’yı arsın bir tarafına sıkıca tutunmus halde görürürüm.
Bilmiyorum, Mûsâ’da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı yahud bayılmaktan Allah’ın müstesna kıldıgı kimselerden miydi?”
(Buhârî Rikâk 43.)
Zehebî, Muâviye döneminde Ebû Hüreyre’nin zaman zaman Medine valiliği yaptığını, halifenin ondan memnun kalmadığı zaman kendisini azledip yerine Mervân’ı getirdiğini, bazan da Mervân’ı azledip onu tayin ettiğini söylemektedir (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, II, 613).
Taberi, Buhari ve Müslim’de geçen bir başka Ebu Hureyre uydurması da şu:
Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmistir ki Hz. Peygamber söyle buyurmustur: “Eger Isrâilogulları olmasaydı et kokmazdı, Havva (anamız) olmasaydı kadın cinsi hiçbir zaman zevcine hıyanet edip aldatmazdı.
Bir başka uydurması da şu metin:
Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmistir ki Peygamber (s.a.v) elimi tuttu ve dedi ki: “Aziz ve celil olan Allah topragı cumartesi günü, dagları pazar günü, agaçları pazartesi günü, sevilmeyen mekruh olan seyleri salı günü ve nuru çarsamba günü yarattı. Yeryüzüne her türlü hayvanı persembe günü yaydı. Âdem’i her seyi yarattıktan sonra cuma günü ikindiden sonra cuma saatinin sonunda ikindi ile aksam saatinin sonunda yarattı. “
Hadisin isrâiliyat olarak nitelendirilme sebeplerinden ilki Kur’ân’a muhalif
olmasıdır. Kur’ânda “Gökleri, yeri ve aralarında olan seyleri altı günde yaratan, sonra ars üzerine hükümran olandır. Bunu bir bilene sor” denilmektedir. Âyetlerden açıkça anlasıldıgı üzere Allah gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yaratmıstır. Oysa hadiste Allah’ın yeryüzünü yedi günde yarattıgı ifade edilmektedir.
Söz konusu hadisi Ali el-Medînî (ö.234/848), Buhârî (ö.256/870) ve daha birçok muhaddis tenkit etmis ve Ebû Hüreyre’nin Kâ’bu’l-Ahbâr’dan aldıgını ifade etmislerdir.440
440 Ibn Kesîr, Tefsiru’l Kur’âni’il Azim, I, 120; III, 178.
Şu da Yahudilerin inançları arasında olan ve Ebu Hureyre tarafından da hadis diye rivayet edilen bir uydurma:
Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmistir. Peygamber (s.a.v) söyle buyurmustur: “Seyhan, Ceyhan, Fırat, Nil cennet nehirlerindendir.”
(Ebu Hureyre, bu uydurma hadisi de Kâ’b’ul-Ahbâr’dan aktardı. Kâ’b’ul-Ahbâr bu metni biraz daha değişik şekilde yayıyordu: “Allah cennetteki dört nehiri dünyaya yerlestirmistir. Nil cennetteki bal, Fırat cennetteki sarap, Seyhan cennetteki süt, Ceyhan da cenneteki su nehiridir.” )
Peygamberimizin hadisi olduğu iddiasıyla uydurulan o sözün, bozulmuş Tevratın ibareleri ile olan benzerligi yine dikkat çekicidir. Kitâb-ı Mukaddes denilen tahrif edilmiş kitapta Seyhan, Ceyhan ve Fırat nehirleri ile ilgili su ifadeler bulunmaktadır:
“Aden’den bir ırmak doguyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. Ilk ırmagın adı Pisondur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar. Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur Ikinci ırmagın adı Gihondur, Kûs sınırları boyunca akar. Üçüncü ırmagın adı Dicledir, Asur’un dogusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırattır. Rab Tanrı Aden bahçesine bakması, onu islemesi için Âdem’i oraya koydu. “491
491 Tekvin 2/1015.
Palavracı Ebu Hureyre’nin de yayılmasına aracılık ettiği ve ne yazık ki hadis kaynaklarımıza da bulaşan vahim bir uydurma hadis de şudur:
Ebû Hüreyre tahdis etti ki, Peygamber (s.a.v) söyle buyurmustur: “Besikte yalnız üç çocuk konusmustur: Biri Isâ’dır. (ikincisi de su kıssada ki çocuktur:) Isrâilogulları zamanında Cureyc denilen ruhban bir kisi vardır. Cureyc savmıasında namâz kılarken annesi gelmis, kendisini çagırmıs. Cureyc:
-Namazı bozup anneme cevap mı vereyim, yoksa namaz mı kılayım? diye düsünmüs. (Annesi üç defa çagırdıgı halde namaza devam etmistir. )
Bunun üzerine annesi:
Ey Allah’ım! Bu ogluma kötü kadınların yüzlerini göstermedikçe onun canını
alma! diye beddua etmis.
Cureyc savmıasında bulundugu sırada bir kadın gelip kendisine mûsâllat olmus, ona zinâ teklif etmis fakat Cureyc bundan çekindigi için, bu kızgın kadın bir çobana gitmis ve kendini ona teslim etmistir. Kadın bu münasebetten bir oglan dogurmus (kendisinden soruldugunda) bu çocugun Cureyc’den oldugunu söylemistir. Bunun üzerine halk rahibe gelmisler, savmıasını (baltalarla, kazmalarla) kırıp yıkmıslar, kendisini de savmıasından asagı indirip çıkarmıslar ve küfürler etmislerdir. Cureyc abdest alıp namaz kıldıktan sonra o (gayri mesru) çocugun yanına gelmis ve:
-Ey ogul, baban kimdir? diye sormus.
– (Çocuk) Çobandır diye cevap vermis. Bu garip hadiseyi gören halk rahibe: -Senin savmıanı yani ibadet yerini altından yaparız! demisler. Cureyc: -Hayır, eskisi gibi çamurdan yapın, demistir.
(Üçüncüsü de sudur:) Isrâilogulları’ndan emzikli bir kadın vardı. Birgün erkek çocugunu emzirirken yanına yakısıklı ve hasmetli bir süvâri gelmistir. Bunu gören kadın:
-Ey Allah’ım! Oglumu bunun gibi heybetli kıl! diye dua etmis. -Çocuk hemen annesini emmeyi bırakıp süvâriye dönmüs ve: -Ey
Allah’ım! Beni bunun gibi kılma! diye dua etmistir.
Sonra annesine dönüp yine emmeye koyulmustur.
Râvî, Ebû Hüreyre dedi ki: (Hz. Peygamber bunu bize hikâye ederken parmagını agzına koyarak çocugun emisini misâllendirmisti; Onun bu hali gözümün önündedir.) Simdi ben peygamberin kendi parmagını emisini görür gibiyim.
Bundan sonra da o emzikli kadının yanından bir cariye geçmis. Bu defa kadın:
Ey Allah’ım! Benim oglumu su cariye gibi (hakir) yapma! diye dua etmis. Bu sefer çocuk yine annesini emmeyi bırakmıs ve Ey Allah’ım! Beni bunun gibi kıl! demistir.
Bunu üzerine kadın, çocuguna niçin böyle söyledin? diye sormus. Çocukta söyle cevap vermistir:
-O süvârî kibirli zalimlerden birisiydi. Su cariye ise (zavallı bir kadındır; insanlar ona): Sen çaldın, sen zinâ ettin diye söz ederler; hâlbuki o bunların hiç birisini yapmamıs (masum) bir kadındır.
(Buhârî, Enbiyâ 48.)
Ebu Hureyre’nin çok yüksek sayıda hadis uydurduğu ve çok defa da uydurulmuş olduğunu bildiği hadisleri sanki peygamberimizden bizzat dinlemiş/duymuş gibi anlattığı, tartışılamaz kesinlikte bir gerçek…
Müslümanların bu acı ve sarsıcı gerçeği bir an önce kabullenmesi ve geç de olsa bu uydurma hadisleri kaynaklardan temizlemesi gerekiyor.
Sahih hadis zan edilen şu meşhur metin de Ebu Hureyre’nin uydurması:
Ebû Hüreyre Resûlullah söyle buyurdu: Susuzluk kendisini hemen hemen öldürecek halde bulunan bir köpek, suya yakın ve duvarı örülmemis bir kuyunun etrafında dolasıyordu. Bu sırada köpegi Isrâilogulları fahiselerinden bir fahise gördü. Hemen ayagından edigini/terligini çıkardı ve onunla köpek için su çıkarıp hayvanı suladı. Bu sebeple o fahise kadın magfiret olundu.
(Buhârî, Enbiyâ 54.)
Bunların hepsi, sinsi sinsi çalışılmış, müslümanların inançlarına, fikirlerine, amellerine bilinçaltından yön veren, İblis imzalı metinler. Her biri için uzun uzun sesli değerlendirmeler yapılması gerekiyor. Mümkün olduğu kadar özet halde temas ettiğim halde yine de toplamda çok uzun bir metin oluşuyor.
Tevbe bile etmemiş bir kötü kadının devasa günahları af oluyor güya… Başka rivayetlerde kadın yerine adam şeklinde geçiyor. İnsanların bilinçaltına “Büyük günahlara düşeceksen düş, sonra bir küçük iyilik yaparsın, birkaç dakika içinde bütün günahların kendiliğinden af olur, silinir” mesajı veriliyor. Vahşice bir tuzak kuruluyor.
Zaten İblis, İsevileri yoldan çıkartarak Hristiyanlaştırdı ve bu çizgiye getirdi. Her günahı işle ama sonra git papaz efendiye anlatarak günah çıkart…
Ya da bir keçi al yahudiler gibi, günahını ona yükleyerek onu parçala… Ya da bir tavuk…
İblis bütün ümmetlere aynı tuzakları kurdu aslında…
Ebu Hureyre aslında Yemenli Çingene/Yahudi bir ailenin çocuğu muydu?
Soyu Firavunlara dayanan, kendini Yahudi zan eden, aslı Çingene olan kişilerden miydi?
Kedileri, büyücülük geleneğinden dolayı mı etrafında tutuyor, kendine alıştırıyordu?
Kedileri zaman zaman büyülerde kullanıyor muydu? Onların ayaklarını, kuyruklarını kesiyor muydu?
Peygamberimizin hadisi olduğunu iddia ederek bunca uydurmaları yayarken cinlerden yardım alıyor muydu?
Medyumluk kabiliyeti de var mıydı?
İblis, Ebu Hureyre’yi hususi olarak mı Medine’ye sevk etti?
Ebu Hureyre’nin peygamberimizin yakınında sadece bir yıl dokuz ay kadar bulunduğu doğru mu?
Hz Ömer, onun neler çevirdiğini bildiği için mi onu tokatladı? Bağlantıları derin ve güçlü olduğu için, şartlar el verişli olmadığı için mi onu öldürmedi?
Bazen yere düşüp kriz geçirdiğini Ebu Hureyre kendisi de anlatmış ve “Çok aç olduğum için düşüp kötü oluyordum. Beni sara hastası zan ediyorlardı” demiş.
Aslında cinlerle, büyülerle çok uğraşan pek çok kişide olduğu gibi metafizik sarsılma halleri mi yaşıyordu?
Hatta o kadar aç kalması, metafizikte daha iyi sonuçlar alabilmek için tercih ettiği bir yol muydu? O bilinen satanistler gibi, bu maksatla hayvan ve insan kanı bile içiyor muydu?
Şu günümüzde bile, dünyanın dört bir yanındaki kimliği açık ve gizli Yahudilerin bir kısmı, tıpkı bu ayarda, bu kabullenişlerde, bu hedefte, böyle aç kalan, böyle büyü yapan, böyle cinlerle irtibatta olan kişiler değil mi?
Günümüzde Yahudi hahamı olarak bilinen ama büyücü, satanist pislik kişiler olanlardan bazıları, kendilerini Ebu Hureyre’nin öz torunları olarak mı görüyorlar?
Türkiye’deki gizli Ermeni/Çingene ve Yahudi/Çingene hainlerin “müslüman hoca” gibi yutturduğu malum kişiler, neden Ebu Hureyre’yi çok seviyorlar? Neden ona hiç toz kondurmak istemiyorlar? Nedir bu ortak hassasiyetin ve sevginin sebebi?
Gerçek müslüman alimlere, liderlere hatta hak peygamberlere dair hazırladığı yayınlarda bile türlü sinsilikleri deneyen… Müslümanların onlara olan muhabbetini kırmanın, onlar hakkında yanlış inanışlara sürüklemenin yollarını arayan sözde İslam Ansiklopesinde, Ebu Hureyre’ya dair çok sayıda tenkide hiç yer verilmemesi… Hatta bazılarına yer verilip de zorlama yorumlarla o haklı ithamların, tenkitlerin çürültülmeye çalışılması… Bunların hepsi, istenilmediği halde denk gelmiş şeyler mı? ( 15 Ağustos, paylaşım saati: 09:10 )
![](https://i0.wp.com/mfs.tv/wp-content/uploads/2023/08/IMG_20230815_211225_258-709x1024.jpg?resize=709%2C1024&ssl=1)
Akademi Dergisi takipçisi: – Selamün aleyküm hocam. Hadis yazılarınız ile aklımda binlerce soru oluştu. İlk sorun şu ki kimsenin yüzlerce alimin aklına gelmedi de mfs hocanin mi aklına geldi bunlar?
2- hadislerin çoğu yalan mı
Tam açıklarsaniz aklımızda soru işareti kalmaz böyle arada kalıyoruz
Mehmet Fahri Sertkaya = vas. Sen paylaşımlarımın tamamını okudun mu? En başından beri bütün gerçek müslümanlar Ebu Hureyre’ye ve onun çevresindeki benzeri kişilere tepkili oldular. Onlara itibar etmediler. Tabiin alimlerinden bile onun rivayetlerine itibar etmeyenler çok oldu. İmam-ı Azam da onun çoğu rivayetine itibar etmedi. Ancak başka başka yollarla da doğrularsa ya da kıyasla doğrulayabilirse dikkate aldı.
Bütün hadisler uydurma değil. Sahih zan edilen binlerce uydurma hadis var ve bunları tespit etmek imkansız değil.
Hz Ömer, sadece Ebu Hureyre ile değil, Ka’b el Ahbar ile de çok uğraştı. Onu da tehdit etti. Sürgün edeceğini söyledi. Öyle susturabildi. O da hz Ömer’in şehit edilmesinden sonra kendine meydan bulabildi, yeniden hadisler uydurma imkanı buldu. Hz. Ömer’in şehit edilmesinde bile bu sorunlu, samimiyetsiz kişilerin parmakları bulunabilir.
Tartışılabilecek bir şey yok, her şey en baştan beri çok açık…
Kâ‘b el-Ahbâr’ın güvenilirliği konusu tartışılmıştır. Onun verdiği bilgilere Hz. Ömer’in ilgi gösterdiği, kendisinden öğüt istediği ve tavsiyelerine uyduğu rivayet edilmiş (İbn Ebû Şeybe, VII, 49; Ebû Nuaym, V, 365, 368, 371, 386, 389, 390; VI, 44), ancak bazı şeyleri nakletmekten vazgeçmediği takdirde kendisini Medine’den süreceğini söylediği belirtilmiştir (Ebû Zür‘a ed-Dımaşkī, I, 544; Ebû Nuaym, V, 374-375). İbn Mes‘ûd, rivayetlerinde yer alan gerçek dışı hususlar sebebiyle onu eleştirmiş (Kurtubî, XIV, 357), sahâbe arasında Kâ‘b’ın rivayetlerine karşı olumsuz tutum ortaya koyan başka isimlerin de bulunduğu zikredilmiştir (Müsned, II, 486; Mes‘ûdî, II, 348-349; İbn Hacer, el-İṣâbe, III, 316).
Neyin tartışılması gerektiğini, en baştan yazdım.
Bütün bu gerçekler en başında beri gözler önünde iken, daha sonra kimler bu olağan akışı bozdular?
Nasıl oldu da Hz Ömer gibi bir şahsiyetin tokatladığı, sövdüğü, azarladığı Ebu Hureyre gibi kişilerin, Ka’b el Ahbar gibi kişilerin ve benzeri kişilerin üzerinden hadis rivayetleri omurgalandırıldı?
Bunu kimler, hangi teşkilat sayesinde sağladılar?
Ebu Hureyre ve benzerleri, nasıl bir teşkilata bağlıydılar?
Başka bir devlet tarafından ya da başka bir dinin güçlü bir cemaati tarafından arkalanıyorlar mıydı?
Bu gibi haller/dengeler, tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de hep oluyor. Türkiye’de sürekli siyasi ve ilmi meselelere karışıp duran, gazeteci ya da kanaat önderi ya da akademisyen/uzman gibi görünen kişilerin çoğunu yabancı devletler fonluyorlar, yönlendiriyorlar, kullanıyorlar.
Bu kişiler bizim aramızda bizden gibi görünüyorlar ama ırkları Türk değil, dinleri müslümanlık değil. Hedefleri de müslümanların ve Türkiye’nin iyiliği değil. Buna rağmen her fırsatta bizden ala Türklük ve müslümanlık vurgusu yapıyorlar. Sürekli vatansever taklidi yapıyorlar.
Bu misalden devam edersek… Türkiye’nin, söz konusu bu hain, münafık kişilere gerekli müdahaleleri yapması için, onları arkalayan devletlerle, hükumetlerle, ordularla, gizli servislerle de sert şartlarda mücadele etmeyi göze alması gerekir. Bu, olağan akışta her zaman mümkün olabilen bir şey değildir. Zaman zaman siyasi, askeri ve mali şartlar, Türkiye’nin ya da benzeri hale düşürülmüş başka bir devletin uzun süre sessiz ve tepkisiz kalmasını gerektirebilir.
Hz Ömer de böyle bir siyaset mi icra etti? Buna rağmen tamamen o hainlere sahayı bırakmamak için, onları güvenilir ve dürüst zan edecek kişilerin uyanması için, o fitneci hainleri her fırsatta ve herkesin duyacağı şekilde azarlamayı, aşağılamayı mı tercih etti?
Bu yaşananlarda, anlaşılamayacak, akıl almayacak, içinden çıkılmayacak hiçbir şey yok. Bu dünyanın tarihi, bu gibi mücadelelerle dolu.
Hangi hadislerin uydurma olduğunu tespit etmek de imkansız değil. Bu dürüstlük ve samimiyetle gayretimize, mücadelemize devam edersek, biz müslümanlar için bir kaos ortamı oluşmayacak. Zaten asırlardır devam eden şiddetli kaos ortamının artık yok edilmesi süreci yaşanacak.
Çünkü bu hain, münafık teşkilatın ilk devirlerden beri biz müslümanlara vurduğu iç darbeler nedeniyle bu ümmetin çekmediği sıkıntı kalmadı. Önümüz, yolumuz baştan kesildi. Buna rağmen dünyayı titrettik her asırda… Şimdi ise yine, Zülkarneyn misali bir tek dünya devleti tesis etmemiz için, yolumuzu kesen her pusunun, settin kaldırılması gerekiyor. ( 15 Ağustos, paylaşım saati: 20:27 )
___________________________________________
“Sahih-i Buhari”nin başındaki “sahih” kelimesi derhal kaldırılmalı. O eserin içinde, saymakla baş edilemeyecek kadar çok sayıda sahih olmayan hadis var.
En başından itibaren mürsel hadisler dikkate alınmamalıydı. Şimdi de alınamaz. Çünkü sahabenin arasında yüksek sayıda münafık vardı. Gerçek sahabiler, münafık olmayanlar, münafık olanları yüzlerinden mi tanıyorlardı yoksa kalplerini mi okuyabiliyorlardı? Böyle bir şey mümkün müydü? Ortada organize halde işletilen hain teşkilatlar dahi vardı.
Peygamberimizden kimin duyduğu ve kimin aktardığı belli olmayan sözleri, kendi aralarında nasıl olup da sahih hadis olarak kabul edebiliyorlardı?
Haydi onlar iyi niyetten, herkesi kendileri gibi zan etmelerinden ötürü aldanmış olsunlar, hadis alimleri, senedi münkati olan hadisleri hangi hakla sahih kabul edebildiler?
Bu gibi temelden yanlış ve vahim neticeler doğuran kararları/kabullenişleri, müslümanlar arasında kimler yaydılar, hakim kıldılar?
Asr-ı saadet kıran kırana bir mücadele ile geçti. Kimliği ve duruşu açık düşmanlardan ziyade, müslüman rolü oynayan münafıklar çok büyük sorunlara sebep oldular. Onlar hakkında kaç ayet-i kerime nazil oldu ve mü’minler onlar hakkında hep ikaz edildiler.
Sonrasında dört halife devrinde de hep aynı münafıklardan vardı sahada ve sonunda şehitler de verdik. Gerçek İslam tarihi böyle iken, kimler bu dengeleri, bu sorunları, bu mücadeleleri görmezden gelircesine kararlar, kabullenişler yaydılar? ( 16 Ağustos, paylaşım saati: 17:33 )
___________________________________________
![](https://i0.wp.com/mfs.tv/wp-content/uploads/2023/08/IMG_20230818_115355_327-1024x707.jpg?resize=768%2C530&ssl=1)
Artık her bakışta anlıyabiliyor musunuz Arap denilen şu kişilerin hep Çingene olduklarını?
İblis çok büyük oyunlar kurdu çok…
Ebu Hureyre de bunlar gibiydi.
Ebu Hureyre kendisi anlatmış ve kaynaklara geçmiş…
“Bir akşam vakti peygamberimiz meclisten çıktı, gitti. Uzun süre de gelmeyince, başına bir iş gelmiş olabilir endişesiyle etrafa bakmaya gittim” mealinde anlatmış.
İşte hz Ömer, ebu Hureyre’yi işte orada tokatlamış. Önce ağzını yoklamış, sorular sormuş ve sonra yalan cevaplar alınca öyle bir vurmuş ki yere sermiş. Eminim ki orada öldürmek istemiştir de siyasi dengeleri gözeterek sonraya bırakmıştır.
Sonra da Ebu Hureyre cemaatin içine dönünce “Ben peygamberimizi buldum, onunla şöyle şöyle konuştum, sonra dönüşte karşıma Ömer çıktı. O bana inanmadı, beni yanlış anladı. Oysa ben peygamberimizden duyduklarımı söylemek için dönüyordum. Ömer’e de doğruları söylemiştim.” mealinde anlatmış, uydurmuş.
O mecliste çok sayıda hain/münafık vardı ve peygamberimiz de gerçek müslümanlar da o münafıkların arasında mühim meseleleri konuşmuyorlardı. Ebu Hureyre ve benzerleri de hep arazi taraması yapıyordu. İstihbarat peşinde koşuyordu.
Hz Ömer gibi birinin, tek seferlik bir yanlış anlama ile, sahabeden ve onların en kıymetlilerinden olduğu iddia edilen birini tokatlamasına inanmak bu kadar kolay mı?
Az ileride hz peygamberimiz var, ebu Hureyre’nin yakasından tutup da peygamberimizin yanına götürmeyip ve muhakeme edilmesini istemeyip de hışımla tokat atmasını gerektirecek şey, ebu Hureyre’nin anlattığı gibi sadece bir yanlış anlama mı? Bu mümkün olabilir mi? Üstelik daha sonra hz Ömer yine ebu Hureyre’ye benzeri muameleler yapmış. Çok sayıda muteber ve gerçek sahabi de ebu Hureyre’yi her fırsatta tenkit etmiş ve bu hadiseler de kaynaklara geçmiş. O halde, İslam tarihini kimler nasıl bu kadar çarpıtmışlar? İmam Buhari, bunları bile anlayamayacak kadar düşük vasıflarda biri ise Sahih-i Buhari’yi nasıl yazmış? O yükün altından nasıl kalkmış?
Eminim ki çok sayıda kişi ebu Hureyre’ye “O halde Ömer’den kısas istemedin mi? Sen de ona tokat atmayacak mısın, ondan davacı değil misin? Bir şekilde Ömer’in cezalandırılmasını istemeyecek misin?” demiştir.
Ebu Hureyre’nin “Ben Ömer’e hakkımı helal ettim.” dediği kayıtlara, kaynaklara geçmiş ama bu sözü ne vakit söylemiş, o da meçhul…
Sonraki asırlar boyunca, ebu Hureyre’nin anlattıklarında tuhaflıklar sezerek, kafasına takılan soruları sorgulayanlar olmuş. “Peygamberimiz ebu Hureyre’nin tokatlandığını çok kısa süre sonra duydu da neden bu yaşanana çok kızmadı? Neden hz. Ömer’i cezalandırmadı? Ya da neden hiç değilse ikisi arasında ara bulucu, helalleştirici olmadı? Ortada bir yanlış anlaşılma olduğunu sahabeye açıkça neden anlatmadı?” diyenler olmuş. Günümüzde dahi bu gibi sorunlar olmuş, oluyor.
Bu güne kadar kimse bu gibi sorulara dikkate alınır cevaplar verememiş. Çünkü ebu Hureyre’nin o meşhur münafıklardan biri olduğunu kabullenmek istememişler. Ya münafıklıklarından bu konuda böyle davranmışlar, davranıyorlar ya da vebal endişesinden ötürü bu konuda böyle davranmışlar ve davranıyorlar. Her iki ihtimalde de vahim yanlış yapmışlar.
Biz samimi ehl-i sünnet müslümanların, böyle samimiyetsizce tavrırlar sergilemesi, hiç kimse tarafından beklenmesin.
Yine kaynaklara geçen kayıtlardan biliyoruz ki…
Ebu Hureyre, yine bir başına, bir gece vakti mescitte ve çevresinde dolaşmaya başlamış.
Karşısına birkaç kişilik bir grup denk gelmiş ve orada o vakitte ne aradığını sormuşlar.
Kendisi anlatıyor ki aç olduğunu, yemek aradığını söylemiş.
Sonra o grup onu alıp peygambemrimizin huzuruna götürmüş ve peygamberimz onlara hurma ikram etmiş.
Hatta ebu Hureyre orada sadece bir adet hurmayı alıp cebine koymuş. Peygamberimiz bunu görmüş ve neden böyle yaptığını sormuş. Ebu Hureyre de aç olan annesine götüreceğini söylemiş.
Bu anlatılanlara da itibar etmek mümkün değil. O kadar kişinin karnı bir şekilde doyuyormuş da bu ebu Hureyre’nin ne doymaz bir karnı varmış.
İddia edildiği gibi ebu Hureyre hep peygamberimizin hizmetinde olan bir kişiyse, peygamberimiz onun ve ailesinin aç mı, tok mu olduğunu hiç mi dert etmez? Sık sık Ebu Bekr-i sıddık’ı hayır işleri yapmaya sevk eden peygamberimiz, bu hususta neden geri dursun? Hz. Ebu Bekr’in zenginliğinin yanında ebu Hureyre’nin şu devasa ve kaynaklara abartılı şekilde geçmiş açlığı ve o küçücük midesi sorun mudur, yük müdür? Çözülemeyecek mesele midir? Bütün bu hikayeler yalan, uydurma…
Belli ki yine gece devriyesi atıyormuş, yine ortalığı tarıyormuş. Aç kalsa, geceye kalmadan karınını doyuracak bir yol bulmaya bakarmış.
Kim bilir ki belki o tek hurmayı bile peygamberimize ve onun ev halkına daha ağır ve tesirli büyüler yapabilmek için oradan götürmeye çabalıyordu. Bilenler bilir ki bir kişiye en ağır büyüler, onun bir eşyasını ya da vücudunun bir parçasını (saç, tırnak, kan gibi) ele geçirerek yapılır.
Sahi, siz biliyor musunuz, peygamberimize çok ağır büyüler yapan, 11 düğüm atan, onu çok zorlayan, Felak ve Nas surelerinin indirilmesine vesile olan büyücü aslında kim? O kişi tek mi çalışıyordu, ekip çalışması mı vardı? Peygamberimizin saç telini mi elde etmişti de normal bir insanı hemen öldürecek o büyüyü yapabilmişti. O saç telini nasıl elde etmişti? ( 17 Ağustos, paylaşım saati: 19:53 )
Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya