Bir senaryo yazayım: Hz.Mehdi ve Tur-i Sina


Dünden beri bir senaryo daha yazacağım ama bir türlü fırsat bulup da yazamadım.

Hud suresi ile ağır sinyaller gönderiyorken, metafizik sahada karşımızda pek kimse kalmamışken… Ben bir senaryo daha yazayım.

Beklenen hazret-i Mehdi, gerçek Kudüs olan İstanbul’dadır. İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksa’ya hala giriş/çıkış sistemi vardır ve o geçit yerini bulur.

Bir gece, kimse görmeden o geçitten geçerek yerin altındaki gerçek Mescid-i Aksa’ya girer. Gördüklerine çok şaşırır. “Gerçekten de cinlerin ve uzaylıların da çalıştırıldığı kadar varmış. Bu yapı akıl almaz bir teknolojiyle ve sanatla yapılmış” der. Kısa sürede yapının her kısmını incelemeye, o sisteme dair her şeye vakıf olmaya başlar.

Bunu yaparken, adeta kendinden geçmiştir. Zamanın nasıl işlediğini fark edemez hale gelmiştir. Gördüklerine şaşırdıkça şaşırır. “Ben bunları insanığa anlatamam. Anlatsam da inanmazlar” diye diye her yeri incelemeye devam eder.

O mabedin çok geniş de olduğunu fark eder. Biraz da etrafını incelemek ister. Derken orada başka bir şeyle karşılaşır ve çok geçmeden onun Tur-i Sina olduğunu anlar.

Tur-i Sina, sanki kendisini bekliyormuş gibi, sanki cansız bir varlık değilmiş gibi hareket eder ve kapısını sonuna kadar Mehdi’ye açar. Kapıdan içeri giren Mehdi, “Daha da şaşırılacak çok şeyler varmış” der. Adeta kendinden geçer. Gördükleri “Burası başka bir alem mi, dünya değil mi?” dedirtir kendisine…

Sonra büyük bir merakla Tur-i Sina’nın nasıl bir şey olduğunu, nasıl işlediğini/çalıştığını ve nasıl şeyler yapabildiğini anlamaya çabalar.

Bu sırada, yine beklemediği şeyler olur. Nereden geldiği belli olmayan bir ses, kulağını devre dışı bırakarak doğrudan beynine konuşur. Önce bunun bir insan sesi olduğunu zan etse de sesin sahibi sarsıcı gerçekleri anlatmaya başlayınca, bunun çok gelişmiş bir yapay zeka olduğunu anlar.

Buradan sonrasında, her dakikası ömre bedel bilgiler öğrenmeye başlar. O ses konuşur, anlatır, Mehdi yeni yeni sorular sorar. Dinler, anlar, tekrar sorar. Bu sırada hiçbir cihaza ihtiyaç olmadan sesler duyabildiği gibi, hiçbir cihaza ihtiyaç olmadan beynine görüntüler de gönderilmeye devam eder. Yapay zeka kendisine ne anlatıyorsa, o şeye dair görüntüleri de gösterir. Mehdi sağa, sola veya başka yöne dönse de seslerde ve görüntülerde kopukluk olmaz.

En çok merak ettiği şeylerin başında gerçek dünya tarihi, gerçek peygamberler tarihi, insanlığın geçmişten bu günlere gelene kadar neler yaşadığı vardır ve bunlara dair sorular sormaya devam eder.

Adem peygamberi sorar, cevap gelirken Adem peygamberin görüntüsünü, sesini görüp duyarak öğrenir konuları. O vakit dünyanın tabiatı nasıldı, onları dahi izler.

İbrahim peygamberi sorar, o mübarek zatın da nasıl bir görünüşü olduğunu, nasıl ses tonu olduğunu, başlıca hangi hadiseleri yaşadığını, hayatının özetini görür, izler, öğrenir.

Konular böyle böyle devam ederken, özet bilgilerle ilerleye ilerleye günümüze doğru gelir. Çok merak ettiği ve öncelik verdiği onlarca soruyu sorup cevaplarını alırken, çok şaşıracağı bilgiler öğrenmeye devam eder.

En çok şaşırdığı bilgilerden biri de dünyanın merkezinin anlatıldığı gibi olmadığı gerçeğidir. Dünyanın merkezindeki çekirdek sistemi, hiç de anlatıldığı gibi değildir. Bunu görüntülü anlatımla dinlerken, sanki daha da başka bir aleme girmiş gibi olur. Üzerinde yaşadığı gezegene/dünyaya bakışı anında değişir.

Kendini tutamaz ve yapay zekaya “Pekiyi, dünya da tıpkı Ay gibi, suni bir gezegen mi? Yani Ay’ın üzerine magma ve toprak tabakası kaplanmış gibi bir sistem mi?” der. Gördükleri, duydukları karşısında çokça şaşırmaya devam eder.

Birkaç saat geçmiştir ki üstünde yaşadığı gezegene, Ay’a, güneş sistemine bakış açısında büyük değişiklikler olur.

Sonra birden aklına düşer ve Tur-i Sina’nın yapay zekasına “Nuh tufanı aslında nasıl oldu, ne sebep oldu, ne şekilde yaşandı?” diye sorar. Görüntüler ve sesler eşliğinde hz Nuh’un hayatının kısa özetini izledikten sonra, Nuh tufanı kısmını izler ve eş zamanlı olarak anlatımı dinler.

Öğrendiklerinden sonra “Öyle ise bu bir daha yaşanabilir, bir daha yapılabilir, öyle değil mi?” diye sorar. Olumlu cevap aldıktan sonra “Dünyada bir daha Nuh tufanı gibi bir tufan olması için neler yapmam, hangi sebeplere nasıl uymam gerekir?” diye sorar.

Yapay zeka ona her şeyi en güzel, en anlaşılır şekilde anlatır. Sonra da yapması gerekenin aslında Tur-i Sina’nın yapay zekasına gerekli emirleri vermek olduğunu, bu kadar basit olduğunu anlar. Tur-i Sina’nın yapay zekasının, dünyanın çekirdeğindeki ve ayrıca Ay’ın çekirdeğindeki yapay zekalı sistemlere gerekli kodları göndermesi yönünde talimat verir. Talimatı onaylar ve daha başka şeyleri çok merak ettiği halde, onları öğrenmeyi bile beklemeden dünyanın altını üstüne getirmek ister.

Bu sırada Tur-i Sina’nın görünmezlik özelliği de olduğunu, hiçbir insan gözüyle, hiçbir teknolojik cihazın kameraları ya da sensörleriyle görülemeyecek kadar kendini gizleyebildiğini zaten öğrenmiştir. Tabut-u Sekine’yi nasıl kullanacağını öğrenmiştir. Yer yüzünde yaşayan belli sayıdaki insanın korunmasını, bulundukları yerlerden kısa sürede alınmasını ve Tur-i Sina’ya getirilmesini de emir eder.

“Bunları yaparken de bana gerçek insanlık tarihinin en mühim yerlerini, benim sormama, benim düşünmeme gerek kalmadan aktarmaya devam et.” diyecektir ama birden aklına gelir.

Yerin altındaki uzaylı yer altı şehirlerini peş peşe ve kısa sürede imha etmek, tufandan önce evvela oraları çökertmek için neler yapabileceğini Tur-i Sina’ya sorar.

Aldığı kısa ve anlaşılır cevaplardan sonra “O halde on ya da yirmi kadarını önden çökert ve diğerleri tufan sırasında çöksün. Önce İsrail’in, ABD’nin, Çin’in, Rusya’nın, Suudi Amerika’nın, BAE’nin, Katar’ın, Kuveyt’in, İngiltere’nin, Almanya’nın, İtalya’nın, İspanyan’nın, Güney Kore’nin, Japonya’nın, Hindistan’ın, İran’ın ve ayrıca Türkiye’nin Ege, Ak deniz ve Kara deniz bölgelerinin altına denk gelen yer altı şehirlerinin çatılarının çökertilmesini emir ediyorum” der.

Bunlar çökertilirken, sıra sıra hepsinin üzerinde bulunup da çökme anlarını izleyip izleyemeyeceğini sorar. Buna da olumlu cevap alınca sevinçten kendinden geçer. “Şükür ki bu günlere de geldik. Onların helak oluşunu görmek ve -Ben size vaad ettiğimi gördüm, yaşadım. Siz de size vaad ettiğim helakı gördünüz ve yaşadınız mı? Şimdi de şeytanlığa devam edebilecek olanınız var mı aranızda?- demeyi çok istiyorum.” der.

O anda aklına düşen soruyu da sorar “Nuh peygamber, tufan iyice kendini belli etmeye başladığında, şartları oluşmaya başladığında, dünyanın dört bir yanındaki TV kanallarına, sosyal mecra platformlarına bağlandı mı ve son mesajını verdi mi?

-Madem öyle, işte böyle… Vaad ettiğim afet başladı, canınız cehenneme- dedi mi?”

Sonra yapay zekaya, “Birkaç dakika içinde, yer yüzünde ve yer altında kullanılan kaç sosyal mecra uygulamasını ve kaç TV kanalını ve diğer yayıncılık teknolojilerini kontrolüne alabilirsin, kodlarını değiştirebilirsin, sahiplerini devre dışı bırakabilirsin?” diye sorar. Aldığı cevaptan sonra, bunu yapmaya hazır olmasını ondan ister.

Artık anlamıştır ki bu sistem, Ay’ı dahi uzaktan kontrol edebiliyor ve istediği zaman Ay’ı dünyaya istediği kadar yaklaştırabiliyor. Hatta isterse Ay’ı dünyaya bile çarptırabiliyor.

Bir sakinleşme anında bunları düşünürken yapay zekaya birden “Hadislerde belirtilen sayha, Ay’ın dünyaya kısa sürede çok büyük oranda yaklaşması sırasında oluşan manyetik sürtünmenin insanlar tarafından duyulan hali mi?” diye sorar.

Aldığı pek çok cevaptan sonra “Tahmin ediyordum, anlamıştım. İşte bu… Böyle olmalıydı zaten. Lakin şu kısmını/detayını düşünememiştim.” diye içinden içinden değerlendirmeler yapmaya devam eder.

Sonrası malum… İnsanca yaşamamak için elinden gelen her mücadeleyi veren dünya insanlığı da yer altında yaşayan başka başka insan türleri/ümmetleri de helak olurlar.

Hem de akıl almaz felaketler üst üste gele gele… Önce hava aşırı ısınarak, ardından aşırı yağışlar ve seller başlayarak, ardından depremler daha da sıklaşarak ve şiddetlenerek helak süreci devam eder.

Kısa süre sonra “dabbetül arz” hadisesi yaşanmaya başlar. Peş peşe onlarca yer altı şehrinin çatısı çöker. Bu sırada, üzerlerindeki yer üstü şehirleri de üzerlerine çökerek hep birlikte helak olurlar. Yerin altındaki insan şeytanları ile, yerin üstündeki insan şeytanları, mahşerden önce o anlarda birbirlerine denk gelirler, kavuşurlar.

Amerika kıtasında çok büyük birkaç alanın peş peşe çöktüğü, ABD’nin batı ve doğu kıyılarındaki pek çok büyük eyaletin yok olduğu, dünyanın henüz çökmemiş yerlerinde haber olarak verilir/yayılır. İzleyenler ya da okuyanlar, bir Amerikan filmi izlediklerini zan ederler. İnanmak istemezler ama onlarca dakika süren inkar mücadelesinden sonra, istemeye istemeye inanırlar. O anlardan sonra intihar vakaları, gebe kadınların çocuk düşürme vakaları, korku/kriz ve bayılma vakaları bitmek bilmez. Hastahaneler kilitlenir, doğru düzgün hizmet veremez.

Neredeyse hepsi münafık, yiyici ve satanist olmuş din adamları ortada bile görünmez. Dünyanın pek çok yerindeki satanist, mason, yahudi, kara paracı, organ ve insan kaçakçısı kadrolar, ne yapacaklarını bilemezler. Bazıları yine de yer altı sığınaklarına sığınırlar, çünkü başka çare bulamazlar. Bazıları yerin üstündeki yüksek dağlarda kalacak yerler ayarlatırlar ama birkaç hafta sonra tufan tam halini almaya başladığında, kurşun hızında esen rüzgarlar onları da oraya kurdukları mekanları da savurur atar, yok eder.

Dünyada yerin altındaki magma, sayılamayacak kadar çok yerden çıkmaya devam eder. Felaket gün gün ve farklı farklı yönlerden devam eder. Hiç yanardağ olmayan yerlerde magma çıkışları olur. Sayısız şehrin halkı, hiçbir yere kaçamadan, şehrin her bir yerinden kocaman hatlar halinde akan magmaların içinde eriyerek can verir.

O anlara gelindiğinde dünya genelinde zaten haberleşmede de büyük kesintiler olmuş, devletlerin otoriteleri çökmüş, devlet başkanlarının çoğu ortada görünmez olmuştur. Herkes başının çaresine bakmak zorundadır.

Bir yandan da denizler, okyanuslar çok büyük bir hızda ısınmaya ve peşi sıra yükselmeye devam eder. Çok sayıda şehir de yıkılmadan yada magma altında kalmadan önce sular altında kalarak helak olmuştur.

Hala dünyada yerin altında ya da üstüne sağ kalabilmiş olanların neredeyse tamamı “Kesinlikle kıyamet kopuyor. İşte kutsal kitaplarda anlatılan kıyamet tam da böyle bir şeydi” demeye başlarlar. Lakin haberleri yoktur ve “kıyamet öncesi kıyamet” yaşanmaktadır.

Her gün on binlerce bebeğin, çocuğun, kadının, yetişkin insanın, hükumetlerin ittifakı ile kaçırıldığı ve organ, fuhuş, ayin mafyalarına satıldığı bu dünya… Kimsenin bunlardan rahatsız olmadığı ve karşı mücadele vermediği bu dünya… Her yeri ibne dolmuş, tecavüzcü dolmuş, ar ve namus bilmez insan şeytanları ile dolmuş bu dünya… Her yeri kumar, faiz, zulüm, cinayet, katliam, intihar, ruh hastalıkları, fiziki hastalıklar, kavgalar, kin, nefret dolmuş ve adeta cehenneme dönmüş bu dünya… En çok da çocuklarla kadınların akıl almaz acılar yaşadığı bu dünya… Artık hz Mehdi’nin tasarrufu ve kararı ile temizlenmeye başlamıştır. Temizlik o kadar kapsamlıdır ve o kadar akıl almaz felaketler vesilesiyle yaşanmaktadır ki insan şeytanlarının çoğunun ümidi kalmamıştır ve hayatta kalma mücadelesi de vermezler. İntiharların sayısını kimse bilemez, çünkü sayacak, kayda geçecek otoriteler de yıkılmıştır.

Tur-i Sina, Tabut-u Sekine ve gerçek müslümanlardan bir kısmı, yer yüzünden yükselerek uzaya çıkarlar. Tur-i Sina o kadar mucizevi bir şeydir ki kısa sürede cennete bile gidebilir. Daha önce sayısız kere cennete gidip gelmiştir. Mehdi, talimatı verir ve bir kez daha cennete gitmesini ister. Dünyadaki insan ve cin şeytanları topluca helak oluyorken… Gerçek Mescid-i Aksa ve gerçek Mescid-i Haram ve daha başka başka mukaddes ya da mühim yerler ilahi bir koruma altında bulunuyorken… Mehdi ve arkadaşları, o ashab-ı Rakim, cenneti gezerler. Kelimelerle tarif bile edilemeyecek kadar güzel zamanlar geçirirler. Onca yılın yorgunluğunu, acılarını, hüzünlerini, çilelerini kısacık sürede unutup adeta yeniden doğarlar. Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamazlar ve takdir edilen vakit gelince kısa süre bir yolculukla dünyaya geri dönerler.

Artık dünyada ABD, İngiltere, İsrail, Rusya, Çin, Almanya, İspanya, İtalya, Norveç, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve benzeri şekilde insanlığa karşı mücadele veren, satanistlik yapan, İblis’e tabi olan, sömürgecilik yapan, terör örgütleri kurup kullanan, insan ve organ kaçakçılığı bile yapan ülkeler ve milletler kalmamıştır.

Artık dünyada, akıl almaz seviyede bir şer ve satanistlik merkezi olan Vatikan diye bir yer de kalmamıştır.

Artık dünyada sahte Kudüs şehri, oradaki sahte Mescid-i Aksa ve Mekke’deki sahte kabe de kalmamıştır. Tam aksine gerçek Mescid-i Haram ve İstanbuldaki yani gerçek Kudüsteki gerçek Mescid-i Aksa bütün ihtişamıyla meydana çıkmıştır.

Artık dünyada, yer yüzünü fesada veren, dünya insanlığını kasten hasta eden, genetiğini değiştiren, tabiata kasten zararlar veren, hayvanlara kasten zararlar veren, denzilere kasten zararlar veren, gölleri kasten kurutan, yer yüzü devletlerini gizlice sinsice yöneten, her yerde cinsi sapıklığı, çıplaklığı ,namussuzluğu hakim kılmaya çalışan uzaylı türler de kalmamıştır. Artık dünyada lanet olasıca masonluk da kalmamıştır. Ayasofya denilen satanist mabedi, dikili taşlar ve benzeri yapılar da kalmamıştır.

Artık dünyanın iklimini suni şekilde yönlendiren, bazı yerleri hep kurak tutan, bazı verimsiz yerlerin sık yağış almasını ve verimli olmasını sağlayan ve uzaylılar tarafından kullanılan gelişmiş elektromanyetik müdahale sistemi de kalmamıştır.

Artık dünyada genetik kod sorunları da Çingenelik ya da yarı çingenelik ya da çeyrek çingenelik de kalmamıştır. Bir daha bunlara sebep olabilecek, dünya insanlarının genlerine saldıracak birileri de kalmamıştır.

Artık dünyanın etrafında kaf dağı ya da Van Allen radyasyon kuşağı denilen koruma kalkanı da kalmamıştır ama yaşananları duyan diğer gezegenlerin insanlarının ve ordularının, Mehdiye karşı duruş sergileyecek cesaretleri de kalmamıştır.

Mehdi, sadece seçtiği, uygun gördüğü uzaylı insan türleri arasından, sadece izin verdiği fertlerin ya da grupların dünyaya gelip gitmesine izin verir.

Mehdi ve arkadaşları, yani ashab-ı rakim, artık dünyayı en temelden ve istedikleri gibi şekillendirmeye başlar.

Arkası yarın…

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

..

Exit mobile version