Çağa ayak uydurmak istemiş ama geçmişin dar ve gereksiz kalıplarını da terk edememiş gibi bir görüntü var ortada…
Şunların tasarımını kim yapıyorsa, uzun süre tatile gitmeliler ya da tamamen bu işleri bırakmalılar.
Ben Rolls-Royce’un en son model arabalarına baktığımda bile, trene, kamyona bakıyormuşum gibi oluyorum. Şu modelin bile arka kısmına bakınca, 1930 model basit bir aracın arkasına bakmış gibi hissettim.
Bir marka/etiket tutturmuşlar, sırf etiket satıyorlar. Ortada araba adına, teknoloji ve sanat adına, emniyet ve iktisat adına hiçbir şey yok, tam bir çöplük var. Servet gibi para veriliyor, kolayca çizilen ve paslanan tekerlekli teneke satın alınıyor.
Arkası başka, önü başka, yanı başka… Dışı başka, içi başka… Gerçekten merak ettim şimdi, yoksa Çingene kodları baskın gelen birileri mi tasarlamış bunları…
Asıl sorun, bunları imal edende değil, satın alanda… Ne çabuk kabullenişleri yönlendiriliyor da bunları satın alabiliyorlar. Kat trilyon dolarlarım bile olsa şu arabalardan satın almam.
Kimse de satın almasın. Mafya, kara para faaliyetleri de yapan mahalle serserilerine uyar bu araçlar… Yoksa spor araba denilse değil, makam arabası denilse o da değil.
“Türkiye’de tasarlanan ve üretilen ilk otomobilin Anadol olduğu düşünülür. Ancak Anadol’un tasarımı İngiliz Reliant firmasınca yapılmış (Reliant FW5) ve Ford Otosan’da bu firmadan alınan lisansla üretim yapılmıştır. Anadol’un şasi, motor ve şanzımanları ise Ford Motor Company’den temin edilmiştir.”
Ben, danışıklı dövüşenleri sözlerinden değil, gözlerinden bile anlarım.