Siyaset

Öğrenci yurtlarında ve cezaevlerindeki vurgun, talan ve sömürü düzeni


KYK yurtları üzerinden hangi çeteler “sürekli vurgun” sistemi işletiyorsa…

Hangi çeteler binalardan, yapı malzemelerinden, bakım ve tamir masraflarından, yemek masraflarından kısarak kendine çalıyorsa…

Milletimizden toplanan vergilerin öğrencilerimize hizmet olarak dönmesine hangi çeteler mani oluyor ve vergileri çalıyorsa…

Hangi çeteler, KYK’li öğrencilerin harcamaları üzerinden kendilerine “sürekli akan” vurgun kanalı kurmuşsa…

Derhal tespit edilmeliler ve en sert şekilde çökertilmeliler. Şu sömürme sistemi artık çökertilmeli.

Gençleri dinledim. KYK’lileri dinledim. Sorularımı da sordum, cevaplar da aldım.

“KYK’lerde kalarak zayıflamamak mümkün değil” diyorlar.

KYK’lerde en önde gelen sorunun sağlıklı ve yeterli beslenme sorunu olduğu, bu sorunun bütün herkesi kesinlikle etkileyen bir sorun olduğu anlaşılıyor.

Verilen yemeklerin yetersizliği, ekmeğin yetersizliği de çok ciddi sıkııntıymış.

KYK’liler doyamıyormuş. Ekmeğin fazlasını almak yasakmış. Yemeğin bir kepçeden fazlası verilmiyormuş. Verilen miktarlar neredeyse hiçbir öğrenciyi doyurmuyormuş.

Bunların haricinde, yemekler sürekli olarak çok kalitesiz, sıkıntılı yemekler oluyormuş. Çok miktarı çöpe gidiyormuş ve öğrenciler o yemekleri yemek istemiyormuş.

Hal böyle olunca kantinden ve marketlerden gıda alışverişi yapmak zorunda kalıyorlarmış.

Bir yandan da odalara/koğuşlara kahve makinesi bile koymak yasakmış.

Bazı öğrenciler, odaları temizleyen çalışanları odaya almak istemiyormuş ve odalarını kendileri temizliyormuş. Çünkü, odaları temizleyenler her şeyi baştan sağma ve temizlik şartlarına riayet etmeden yapıyormuş. Bir bezle kırk yer siliniyormuş. Bir paspasla her yer temizlenmeye çalışılıyormuş. Her şeyden kısılıyor, çalınıyormuş.

Anlatılanlar karşısında, ceza evleri hakkında yazdıklarımı hatırladım. Aynı zihniyetin KYK’lerde de olduğunu ve açıkça kasıt bulunduğunu anladım.

Çünkü ceza evlerinde de yemekler veriliyordu ama çok büyük kısmı çöpe dökülüyordu

Hatta bazı yemek çeşitleri var ki koğuşa girdikten sonra neredeyse kimse yemiyordu ve neredeyse tamamı çöpe dökülüyordu.

O kadar berbat, yiyince hemen rahatsız eden ve dokunan yemekler yapmak kolay iş değil. Herkes yapamaz.

Yemek masrafları için hazineden ödenekler hep alınıyor ama o alınanın ne kadarı yemeklere harcanıyor, ne kadarı masonların, satanistlerin, gizli Ermeniler ile Yahudilerin cebine giriyor.

Ceza evinin giriş kapısının orada, bahçe gibi yerde müdürlerin araçları duruyordu, gördüğümde sorguluyordum, “Nasıl bu kadar lüks araçlar alabilmişler acaba?” diye…

Sadece devletin ödenekleri yetersiz değil. Bu sorun yetmezmiş gibi, yetersiz ödenekten bile çalınıyor. Büyük ve sürekli vurgunlar vuruluyor.

Yemekler dışarıdan alınıyorsa bile, bir yemek hizmeti veren taraf araya girmişse bile, her şey usulüne uyduruluyor. Arka plandan kanun dışı, resmiyet dışı bağlantılar işliyor. İki taraf da besleniyor, vurgununu beraber vuruyor.

Yetmiyor da planın diğer kısmı devreye giriyor. Kantin…

Kantin satışlarının hep yüksek olması isteniyor. O kantinler ceza evlerinde ve anlaşılan o ki KYK’lerde ayrıca bir vurgun kısmı…

Yemekler kötü olmalı, yetersiz olmalı, temiz olmamalı, çöpe gitmeli ki öğrenciler ya da mahkumlar aç kalsınlar. Aç kalanlar ne yapacaklar, kantinden mecburen bir şeyler alacaklar. Ya da yakındaki marketlerden alacaklar. O marketler de o yakın mesafede nasıl duruyorlar? Sistemin üç harfli marketleri işte…

Öğrenci ve mahkum nereden dolaşırsa dolaşsın, masonik sistemin sömürmeci ağından kurtulamıyor.

“Öyle de böyle de senin paran bize akacak. Senin üzerinden vurgun vuracağız. Sen metasın, sen bizim vurgun vesilemizsin. Bizim için başka bir şey de değilsin” tarzı hakim.

Kimsenin umurunda değil insan hakları, devlet, millet, memleket…
Zaten kendilerini Türk de müslüman da görmüyorlar. Zaten masonluk ve satanizm kötülüğü emir ediyor ve hakim kılmak istiyor. Vurgunlar sırasında şeytani seviyeye çıkmaktan hiçbiri tereddüt etmiyor.

Tamir ve bakım sorunları da sadece ödenek yetersizliğinden değil. Anlaşılan o ki oralarda da vurgun çarkları dönüyor. Oralarda da sistemin şirketleri besleniyor, onlar üzerinden de paralar yine sisteme akıyor. Bir de bilerek malzemeden, işçilkikten, emekten çalınıyor. Maliyetler iyice düşürülüyor ki vurgunun boyutu artırılsın.

Zaten vaziyet böyle olduğu için, mileltin çoğunun karnını bile doyuramadığı şu zamanda, şu sözde hükumet, her sene hala bilmem kaç tane sözde üniversite ve sözde ceza evleri kuruyor.

Çünkü sistem bunun üzerine kurulu… Hep yazıyorum ki TR’deki üniverste denilenlerin yüzde 99’u üniversite değil, vurgun çarkı. Ticari müessese, nitelikli dolandırıcılık sistemi…

Bunlara neden göz yumuluyor hatta sayılarının artması isteniyor, çünkü bunların sayıları arttıkça Ankebut Ağına faydalar sağlıyor. Paralar akıyor.

Bu kadar çalıyorlar, organize halde hortumluyorlar. Hortumlama daha yurt binalarının yapılması sırasında başlıyor. Her kalemde usulsüzlük yapılıyor. Sonra ödenekler kısmında da tamir ve bakım kısmında da yemek kısmında da her şeyde kalemler hukuk dışı şekilde oynatılıyor, evraklarda bile sahtekarlık yapılmaktan kaçınılmıyor, sistem kendilerini kollayacak bu da biliniyor. Zaten KYK yurtlarının sorumluları da oradaki kaymakam ya da vali gibi kripto kimlikli hainler oluyor. Hepsi sistemi biliyor. Masonluk da ayrıca aralarındaki bağ oluyor. Sonra organize şekilde Türkiye’de öğrenciler bile soyuluyor.

Zaten birkaç sene önce askeriyeye dışarıdan yemek veren firmaların rezilliği çıkmıştı meydana… Kaç bin asker kısa zamanda yemekten zehirlenmişti. Artık gerçekte kaçı vefat etti onlar da gizlendi.

Konunun üzerine biz de düştük, eksik olmasınlar basından medyadan birkaç kişi de düştü.

Birkaç gün sonra anlaşıldı ki tezgahı kurmuşlar. AKPKK’li sözde vekiller, vekillerin terörist akrabaları, falanca filanca sözde şirketleri, sözde yemek hizmeti veriyorlar.

İhaleleri bu teröristler kapmışlar, daha doğrusu Ankebut Ağı onlara vermeyi uygun görmüş, askerlerimizi teröristler besler olmuş. Parasını alıyorlar ama aldıkları para kadar değil, onda biri kadar bile değil, rezil şartlarda şeyler yediriyorlar.

Bunu yapan, bu meydana çıktığında kimseye dokunulmasın, yargılama olmasın, sistemi çökertilmesin diye devlet eliyle zorbalık ve engelleme yapan… Basın ve medyadaki suç ortaklarını da kullanan sistem…

Öğrenci yurtları ve ceza evleri gibi yerleri görmezden gelir mi? Oraları da nakite çevirmez mi?

Hem de sürekli nakit akışı… Mevcut çok, sayılar yüksek ve süreklilik var.

Sadece ceza evlerinde bile üç yüz bin kişi olduğu söyleniyor. Üç yüz bin kişinin neredeyse tamamı kantin alış verişi yapıyor

Hatta ceza evlerinde kantin haricinde manav/market alış verişleri de var.

Yemekler o kadar berbat ki uzun yatarı olan mahkumların çoğu suyunu kendisi satın alıyor, yemeklik malzemeleri kendisi satın alıyor. Yemeklik yağını, tuzunu, salçasını, sosunu, sebzesini, meyvesini kendisi satın alıyor.

Onca şeyin üzerine bir de ceza evlerine yorgan, battaniye, nevresim takımı, iç çamaşırı, çorap, çoğu mont türü vs alınmıyor.

Yakınları mahkumlara bunları veremiyor. İçeriye kabul edilmiyorlar. Kış geliyor, soğuklar artıyor, bilerek battaniyeyi geç veriyorlar.

Bir tane battaniye veriyorlar, onu da geç veriyorlar ve verdikleri battaniye çoğunlukla yetmiyor.

Kantinde neredeyse tamamen sentetik malzemeden üretilmiş battaniyeler satılıyor ama gayet yüksek fiyata satılıyor. Ben mecburen almıştım, çok yatarım olmadığı halde…

Yataklar eski, kapkara, elini değdirmek istemez insan…
Yatak örtüsü yok, vermiyorlar. İncecik bir bez parçası, bir örtü verilmiyor.

Yastık kılıfı yok, vermiyorlar. Hatta yastığın kendisi yok, vermiyorlar. Dışarıdan da getirilemiyor bunlar.

Ne yapılacak? Kantinde olduğu söyleniliyor, mahkumlar hatta kısa süre kalacak mahkumlar bile nevresim takımı alıyorlar, yastık ve kılıfını alıyorlar, soğuk gelince battaniye alıyorlar.

Yetmiyor çorap alıyorlar, iç çamaşırı alıyorlar. Kışlık içlik alıyorlar.

Çünkü ceza evleri buz gibi… Doğru düzgün kapı ve cam yok. Zaten kapatılmıyor o yalandan camlar. Küp gibi yerde 38 kişi yatıyor. Yerlerde de yatak var. Daracık alanlar kalmış yerlerde, oralarda da yatak serili. Camlar kapatılsa içeride hava alınamaz.

Zaten yataklar kokuyor, yastıklar kokuyor, mekan kokuyor, her şey kokuşmuş halde…
Camlar mecburen en sert kış vaktinde bile açık tutuluyor. Ben çarpılmamak ve hasta olmamak için montla yatmıştım bir kaç ay.

Her sabah uyandığımda, tekrar tekrar şaşırıyordum kendime. “Yine çarpılmadım, hasta olmadım” diye…

Koğuşta üst katta bir, alt katta bir tane kalorifer peteği vardı. Kendilerini bile ısıtmıyorlardı. “Yakmadılar, çalıştırmıyorlar sistemi” denilmesin diye, nezaketen yakmışlar.

Kim bilir o kadarcık yanan sistem için devletin hazinesinden ne kadar ödenek aldılar.

Kantinde satılan şeyleri daha önce anlatmıştım. Yavruağzı, tam pembe, cırtlak yeşil, elde kalmış renklerde olan, elde kalmış ve satılmamış malzemeden olan şeyleri dayamışlar mahkumlara…

Lakin fiyatları dışarıda normal bir yerden alınacak normal kalitedeki ürünle aynı hatta çoğu ceza evi kantininde daha da pahalı..

Zaten içeri girerken paranızı alıyorlar. Para artık onlarda… Bir kişi değil, bin kişi değil. Kısa süreli girip çıkanların sayısı da az değil. Toplamda yarım milyon kişi vardır. Faize yatırsalar, aylık faizi bile dudak uçuklatır.

Ceza evine alınacak şeyleri ise ihaleyle, taksitle, uzun vadeli ödeme sistemleri ile alıyorlar. Ellerinden nakit çıkmıyor. Lakin ne satıyorlarsa nakite satıyorlar. Hemen o ellerine aldıkları paranızdan kesiyorlar ücreti.

Bunca şeytani vurgun birbirine karışıyor. İşin içinden çıkamazlarsa ceza evlerinin kantinlerinde yangınlar çıkıyor

“Şunlar satın alınmış görünüyor? Nerede o ürünler, malzemeler?”

– Efendim, malum yangın çıktı, yandı onlar. Zaten kayıtlar, fişler, makbuzlar da ne yazık ki yangında yok oldular.

Bir kaç eski mahkum, birbirlerini doğrulayarak ve gözleri irileşerek anlatmışlardı.

İşi o kadar ileri götürmüşler ki bir ara üzerinde “Adalet Bakanlığı” ya da “Ceza Tevkif Evleri” yazan yatak örtülerini bile kantinden mahkumlara satmışlar.

Aralarından eli kalem tutan ve korkmayan bir iki kişi çıkmış, rezaleti adli makamlara usulüne uygun ve görmezden gelinemeyecek şekilde bildirmişler. Bir süre sonra teftiş gelmiş ceza evine, ufaktan bir ayar çekip gitmişler. Lakin anlaşılan o ki “Siz geri zekalı mısınız? Milleti neden uyandırıyorsunuz? Kendinizi de bizi de niye sıkıntıya düşürüyorsunuz? Bu kadar kafasız mısınız? Düzgün yapın şu işleri” demişler. Çünkü ahmağın bile anlayabileceği seviyedeki vurgunlar, dolandırıcılıklar kalkmış, taktik dolandırmalar tamamen devam etmiş. Ve ben oradayken hala ediyordu.

Mahkumun birine, ziyaret gününde, zavallı annesinin zor denkleştirdiği 10 ya da 20 lirayı vermeye çalıştığı bu ülkede…

O masonlar, o satanistler, o gizli Ermeni ve Yahudiler, o 10 liraya bile göz dikmişler.

Mevzu çok uzun. Geçmişte bu konularda uzun yazılar yazmıştım. KYK’lere dair bana anlatılanlara bakınca, aynı zihniyetin, aynı odakların, KYK’lerde de aynı sistemi işlettiğini hemen anladım.

KYK’lere dair bu açıdan teftişler başlatılsın, iki hafta sonra ilan edilen sarsıcı gerçekler, dünya gündemine bile oturur. Çünkü bütün ülkelerde gizli mason ve satanist hakimiyeti var. Her yerde mümkün olduğunca her şeyi nakite çevirme taktikleri var.


KYK’lerde, hiç deterjan kullanılmamış suya batırılmış ıslak paspaslar kullanıyorlarmış. O paspasın değip geçtiği yerler hemen sonrasında kötü kokmaya başlıyormuş.

15 milyon sözde sığınmacılara bu milletten çaldıkları ile bakıyorlar. Bir kısmına seneler öncesinden maaşlar bile bağladılar. Somali’de bile TSK faaliyetleri var ve kara paracılık yaptırıyorlar. Dünya kadar TSK maliyetlerini de millet ödüyor, elde edilen kara para gelirleri Ankara çetesiyle, hizmet verdiği İngiltere’ye, Rusya’ya, Çin’e, İsrail’e, ABD’ye ve Avrupa’ya akıyor.

Sonra Türk, kendi devletinde bir deterjandan bile mahrum bırakılıyor. Doğru düzgün bir temizlik hizmetinden bile mahrum bırakılıyor.

“Mesela kahvaltıda domates alıyorsun, 3 dilimden fazla alamazsın. Alırsan onun da fiyatı var.” diyor gençler.

Suriyeliler başta olmak üzere, şuradan buradan toplanmış bedavacılara, o sözde sığınmacılara da “fiyat/bedel” var mı? Onlara serbest mi?

Sahi, bu ülke kimin?
Sahi, şu demokratik cumhuriyet sistemi özgürlükse, özgürlük derken bu sömürme sistemini mi kastediyorlar?

KYK müdürlerinden bahsederken “Çok iğrenç bir insan” diyorlar. O yaştaki gençler hayata ve insanlığa küsmüşler.

KYK’lerde resim, ahşap boyama, ebru gibi kurslar oluyormuş. Oralarda öğrencilerin yaptığı eserler şuraya, buraya hediye diye gönderiliyormuş. Gerçekten hediye mi, yoksa onlar bile nakite çevriliyor mu, hiçbiri bir şey bilmiyor.

“Bizim anlamadığımız şu ki burslar hep durumu iyi olanlara çıkıyor. Krediler ise durumu iyi olmayanlara. Bu işte de bir terslik var” diyorlar.

Ne dönüyor? Hem masonların, kriptoların çocuklarına mı denk getiriliyor burslar?

“Öğrencilere ayakkabı bağışı yapılmıştı. Onları bile müdür aldı. Sonra bir daha ayakkabı falan görmedik biz” diyorlar.

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Leave A Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir