Siyaset

Guguk sistemini tanımıyorum, saymıyorum, itaat de etmiyorum


Bakın en açık şekliyle yazıyorum:

Rest çekiyorum. Şu savcılık makamını da şu mahkemeyi de tanımıyorum, saymıyorum, itaat etmiyorum. Saygı da göstermiyorum. Muhatap bile almıyorum.

Bu kadar dibe vurmuş bir sisteme “Alın topunuzu sektirin gidin. Bu milleti daha fazla germeyin pislik herifler” diyorum.

Şu sözde savcılara ve sözde hakimlere itaat eden kolluk güçlerini de onların amirlerini de müdürlerini de tanımıyorum, saymıyorum, itaat da etmiyorum.

Mekanımdayım, gelip alabilecek bir mason piyonu, mafya piyonu, kara paracı piyonu, şunun bunun piyonu sözde polis ve amiri kaldıysa, gelsin alsın, bekliyorum.

Bilmeyenler için yazıyorum HAGB demek, mahkemenin verdiği hükmün yani cezanın geri bırakılması, infaz edilmemesi, beş sene ertelenmesi demek.

Beş sene içinde kişi o suçu bir daha işlemezse, o ceza sicilinden düşürülüyor.

Ben önceki senelerde de bu konularda suç işlemedim, tamamen haklıydım, gerçekten yargılanmadım, haksız yere cezalar yağdırıldı üzerime… Geçtiğimiz kısa süre içinde de bu konularda suç işlemedim.

O mason, gizli Ermeni, gizli Yahudi ve rüşvetçi pisik herifler olan sözde hakimler ve savcılar, hala mı gerçekleri göremediler?

Görmeleri için ne gerekiyor, gözlerine ne sokulmalı?

Kedicik belgeseli neden kaldırıldı, son yazdıklarım ortalığı karıştırdı ve iyice hareketlendirdi diye mi? Devletler arası bir şok ve korku dalgası oluşturdu diye mi? Neden yazdığım kısımların üzerine gidilmedi, soruşturmalar ve yargılamalar genişletilmedi, neden bana delil soran olmadı ve neden belgesel kaldırıldı? Bu mu adalet sistemi?

Seksen milyon insanı toptan ahmak yerine koyarak açıklama yapan devlet yetkililerine ve aynı tavırlarla sözde belgesel hazırlayan kişilere açılacaktı şu bana açılan dava… Karıştırdınız mı?

Bu ne rezillik… Bu saatten sonra, bu şartlardan sonra bile mi bunu görecek, bu muameleyi yaşayacak bu millet?

Ben, dağlar misali sapasağlam durarak, hukukun üstün olması için, zararların sonlanması için, yeni mağdurların olmaması için ve acıların bitmesi için, devlete ihanetin bitmesi için, dinimizin karalanmasına son verilmesi için mücadele veriyorken… Her şeyin açıkça gözler önünde olduğunu hemen anladığı, bildiği halde, vazifelerini kasten yapmamış, şu Adnan Oktar mafyasına ve arkasındaki mason tarikatına dokunmamış, arkasındakilerden çekinmiş, korkmuş ya da onlarla işbirliği halinde karşımda sözde yargılamalar yapmış olan sözde hakimleri ve savcıları asmak lazımken…

Hala bana dava mı açılıyor? Sonra buna “Adalet sistemi” dememiz ve itaat etmemiz mi bekleniyor?

İşte alsınlar toplarını sektirip gitsinler, beni daha fazla germesinler. Adliye dedikleri o şer yuvası binaları kafalarına yıktırmasınlar. Top diye meydan yerde sektiririm ben böyle sözde savcıyı, sözde hakimi, onlara hala itaat eden sözde polisi ve jandarmayı. Görüntülerini de çektirir, bütün dünyaya yayılmasını sağlarım. “Mafyaya çalışan savcıyı, hakimi, polisi meydan yerde sektirdiler.” denilir de paylaşılır bütün dünyada…

Gerçek hukuk sistemi karşısında, gerçek hakimler ve savcılar karşısında boynumuz kıldan ince… Lakin kıyım sistemine, ihanet sistemine, mafya sistemine, genç kız ve kadın kaçırma sistemine dönüşen ama hala “hukuk sistemi” denilen sistem ayağımın altında… O sisteme çalışan devlet başkanı, yardımcısı, bakanları, meclisi, bürokratları, kolluğu, hakimi, savcısı, hepsi ayağımın altında. “Sen kimsin?” diyebilen varsa, gelsin, istediği şartlarda gelsin, ben mekanımdayım, cevabını vereceğim. Verdiğim cevabı da bütün dünya duyacak.

Tanımıyorum, muhatap bile almıyorum böyle bir sözde devlet ve adalet sistemini ve işte bir kez daha bunu dünyaya açıkça ilan ediyorum. O Londra’nın da Tel Aviv’in de Washington’ın da gözlerine soka soka yazıyorum bunları… Varsa bir hünerleri, hemen bu gün göreyim onları…

Pislik herifler… İnsanlıktan çıkmış şeytan mahluklar…
On binlerce insan kayıp. Bunların çoğu, zihnini, iradesini kıran yollarla ele geçirildi, kaçırıldı, fuhşa sürüklendi ve uyuşturulmuş halde, karşı koyamayacakları hallerde fuhuşta kullanıldı.

Ta ki o bedenleri ölene kadar… Hayvan kadar bile kıymet verilmedi onlara ve ölen bedenlerine de çöp kadar bile kıymet verilmedi. Türkiye vatandaşı bunlar? Sadece TR ile de sınırlı değil, onlarca ülkeyle ve o ülkelerin devlet sistemleri içindeki masonik mafyalarla da bağlantılı şekilde yapıldı ve hala yapılıyor bu işler? Hala bunun üzerine gitmek yerine, panikleyen, korkan, ne yapacağını bilemeyen böyle insanlıktan çıkmış pisliklere hizmet etmek midir savcılık, hakimlik? Bu mudur, artık böyle midir devlet denilen sistem? Buna mı itaat edeceğiz biz? Bunun uğruna mı ölüme koşacağız biz?

Kaçırılanların bazılarının iradesi sağlam çıktı ve mücadelesi sert çıktı diye, kısa sürede ve acı şekillerde öldürüldüler. Geride kalanların gözünü de korkuttular bu şekilde… Ben, seneler önce kendi sesimle sesli mesajlar paylaşarak bu sistemi anlattım. “Alış veriş merkezlerinde gezen genç kızlara ve kadınlara, onları anında bayıltan uyuşturucu maddeler temas ettiriyorlar ve bayılınca da onun yakını gibi davranarak o hengamede onu kaçırıyorlar.” dedim. Neredeydi savcılar? Neredeydi hakimler? Neden bana delil sormadılar?

Bir insan, bir sözde adalet sisteminde on sene nasıl süründürülür? On sene boyunca nasıl olur da ifadelerinin hiçbiri dikkate alınmaz ve hiçbir safhada ona delil sorulmaz? 2013’ten 2023’e kadar, Adnan Oktar silahlı suç örgütünün TR’de ve başka ülkelerde kaçırdığı, öldürdüğü, fuhşa zorladığı, dolandırdığı, batırıp iflas ettirdiği, şantaj yaptığı, itibar su-i kastı yaptığı herkesten ötürü asıl suçlular Türkiye’deki sözde savcılar ve hakimler… Onlar görevlerini yerine getirselerdi, beni ezmek yerine bu çeteyi ezselerdi, hiç değilse on yıldır bunca acılar ve zararlar ve can kayıpları yaşanmayacaktı. O hakimlerin ve savcıların hepsinin acilen yargılanarak meydan yerlerde asılmaları gerekiyor. Lakin hala bana sözde dava açılıyor. Hala bu çetenin, arkasındaki milletler arası destekle ve mason tarikatı marifetiyle devlet sistemimizi, adalet mekanizmasına kadar elinde oynattığı anlaşılıyor. Hala sözde davaları bir silah gibi masum ve haklı insanlara karşı kullandığı anlaşılıyor.

Bana açılan sözde davalar da aile üyelerime kadar rüşvetler verilerek, her safhasında devlet kurumları/yetkilileri rüşvetle satın alınarak, tehdit edilerek, şantaj yapılarak ya da mason birader dayanışması yapılarak açılıyor ve ilerletiliyor.

Kaç kere yazdım? On buçuk aylık ceza evi sürecinde, üzerimdeki bütün davaların duruşmalarına çıkartıldım, Adnan Oktar örgütünün mensuplarının duruşmalarına neden çıkartılmadım? Ben eze eze ceza evinden çıktıktan hemen sonra bile Adnan Oktar suç örgütü hem hükumet denilen çeteyi hem de adalet sistemi denilen çeteyi hem de hastahanesinden postahanesine kadar her kısmı yönlendiriyordu ve istediği safhada istediği kararı da çıkartıyordu. Soysuz da onlarla sıkı çalışıyordu. Meral Akşener bile bu işlerin içindeydi…

Yeter, lanet gelsin böyle sözde devlet sistemine de savcısına da hakimine de bakanına da devlet başkanına da medyasına da basınına da…

Tekrar ediyorum, onlarca senedir on binlerce kişi…
Tanınmış, bilinmiş ama bu mafyaya itaat etmemiş kişiler bile öldürüldü bu ülkede… Öldürülmemiş ama hayatları, işleri, düzenleri mahvedilmiş kişilerin sayısı da belirsiz.

Benim üstümdeki sözde davalardan Adnan Oktar çetesinin oynadıklarını, üzerime yıktıklarını kaldırsınlar, hiçbir dava kalmıyor. Şu Büşra Tülü Karadayı davasında da asıl şikayetçi taraf Adnan Oktar suç örgütü… Onlarca sözde dava ile hala susturamadılar, hala korkutamadılar diye beni, son çare olarak, en sıkı şekilde o davanın üzerine oynadılar. O davanın arkasını herhangi bir savcı az bir karıştırsın hemen Adnan Oktar örgütüne de mason tarikatına da İngiltere’ye de ulaşacak. O Büşra Tülü Karadayı ve aile fertleri çapraz sorgulara alınsa bile, safha safha ilerlenecek ve dünyayı sarsacak gerçeklere ulaşılacak. Milletler arası bir ihanet ve kara para çarkına ulaşılacak. Ulaşılmıyorsa, benden bilgi ve delil istensin, ben hemen yolunu kısaltayım… Bu kadar basit bu iş…

Ben, sözde hukuk süreci boyunca, işte şimdilerde herkesin daha iyi gördüğü devlet/hükumet, yargı, mafya, gizli servisler, onlara kul olan sözde savcılar ve hakimler ile karşı karşıya idim. Gerçekten savcı ve hakim denilebilecek birkaç kişiye denk gelebildim, onların baktığı dosyalarda zaten beraat ettim. Üzerimdeki Adıtürk’e hakaret davası bile aslında Adnan Oktar suç örgütünün marifeti ve o sözde hakime Gülperi Güneş de gizli Ermeni bir çete üyesi… O dava savcılık aşamasında bile KYOK ile sonuçlanmıştı ve hukukun gereği buydu. Yazdığım her şey somut delillere dayanıyordu, hakaret yoktu. Sonra bu çete, bu işi oradan aldı, yeniden şekillendirdi, Habertürk başta olmak üzere basın organları üzerinden linç de yaptı, halkı da yönlendirdi, savcıyı da ezdi, hakimleri de baskı altına aldı. Davayı kendi adamları olan savcılara hakimlere pas etti ve daha önce de sık sık kullandıkları Gülperi Güneş bu işi yargısız infazla halletti. KYOK kararı çıkmış, somut delilere dayalı, bilirkişinin “Orijinal ve hukuka uygun kaynaklara sadık kalınarak aktarmalar yapılmış” dediği meselede/davada iki kopya dava açıldı. İkisi de Gülperi’ye denk getirildi. 15 gün arayla yaptığı yargısız infazların birinde 2,5 yıl, diğerinde 3 yıl 9 ay ceza yağdırdı keyfince… Yargıtay’daki ceza dairesi de mason yuvasıydı ve sistemin emrindeydi, hiçbir şeyi umursamadı. Şimdi bir canlı yayında bu süreç konuşulsun, çıkıp bildiklerimi anlatayım, bütün Türk milleti görsin, ortada bir devlet mi var, mason çetesi mi var…

Adalet varsa, ben beş dakikada bile ispat edebiliyorum masumiyetimi… İşte adamlara küçücükten de olsa, göstermelik de olsa bir operasyon ve yargılama yapıldı. Adnan Oktar suç örgütü karşımda restleştiği, saçmaladığı, abarttığı, her yerde suç delilleri bıraktığı, öfkeyle hareket ettiği için… Onları gün gün daha fazla ifşa ettiğim için… Milletler arası sistemlerini bile ifşa etmeye başladığım için, işi Sanhedrin hahamlarına kadar götürdüğüm için ve başka ülkelerden bu işin içinde olan devlet liderleri, bakanlar, büyük iş adamları bile topun ağzına geldiği için yapıldı Adnan Oktar suç örgütüne bu operasyon. Beş sene öncesinden “Senin kollarına ters kelepçeyi taktıracağım” dedim ve öyle de oldu. On binlerce sene cezalar yağdırıldı. İddia ettiğim bütün suçların hepsinin hala işlenmekte olduğu, somut deliller ve şahitler vesilesiyle ispat edildi, yargılama tamamlandı, cezalar yağdırıldı. O halde bu ne?

“Senin devletin falan yok. Devlet dediğin sistem biziz. Biz gizli Ermenileriz. Gizli Yahudileriz. Mason biraderleriz. Senin, uğruna ölüme bile koştuğun devlet bizim oyuncağımız. Devletin her yerinde biz varız. Sen kimsin bize karşı duruyorsun. Emrimizdeki binlerce savcı ve hakim köpekten ikisini üzerine salsak bile seni parçarlarlar” demek mi?

Bu demek değilse ne demek? Sokak ortasında bile top gibi sektirim o hakim ve savcı paçavralarını… Yetti artık.

Şu benim biraderim Adnan Menderes Tokay mıdır ne pisliktir, çocukluğundan beri insan şeytanı olan o pisliği alın çekin çapraz sorguya, sadece oradan çıkın yola, bakın neler neler çıkıyor karşınıza. Var mı ulan böyle devlet, böyle kahpelik, böyle adilik? Cebine üç kuruş para konulan herkes satın alınıyor, ta ki savcısına, hakimine kadar…

Ben başta olmak üzere, on binlerce insana haksız şekilde verilmiş cezalar anında iptal edilmeliyken… Bunca insanın maddi ve manevi zararları tazmin edilmeliyken… Hala bu çetenin mensubu olan ve arkalarındaki mason tarikatına, İngiltere hükumetine ve kraliyetine, İsrail’e, ABD’ye güvenen pisliklerin karşısında, devletimizin hukuk sistemini ayarından çıkartan savcı ve hakim pislikleri de tanımıyorum.

Hiçbir Türkiye vatandaşı da tanımak zorunda değil. Hala bunları tanıyan, bunlara itaat eden, hala bunlara insanlık adına rest çekmeyen kişi zaten insan değildir.

Devlet mafyalaşamaz, adalet sistemi masonların oyuncağı yapılamaz. Yapılrsa, sonuna kadar çatışırız. Ana baba bir kardeşimiz bu çeteler tarafından üç kuruşa satın alınsa bile çatışırız. Ülkemizi işgal etmek isteyen işgal ordularıyla çatışır gibi, devlet sistemini masonların, mafyaların, hainlerin, kriptoların, yabancı devletlerin, Londra’daki ve Tel Aviv’deki pisliklerin emrine veren alçaklarla da çatışırız. Bu bir hak değil, bu ifa edilmesi zaruri olan bir vazifemiz.

Soysuz var, soysuz…

Biraderlerimi bile sisteme dahil eden, üç kuruşa satın alan kişilerin başındaki isimlerden biri de Soysuz…

Soysuz, Adnan Oktar silahlı suç örgütü ile de kaynaşmış bir kişi. Onun bilmediği tek bir pis iş yok bu ülkede. Onu boş yere Suçişleri bakanlığına getirmediler. Bu kadar ifşaya, skandala, restleşmeye rağmen boş yere orada inatla tutmadılar. O ta mafya anası Tansu Çiller’in yakın etrafında bulunduğu günlerde dahi bu pis işlerin içindeydi, kullanılıyordu. Sonra da Suçişleri bakanı yapılarak kullanıldı. O mafya anası Meral Akşener de bu işlerim tam içinde onlarca senedir ve benim de tam karşımda. O da bazı safhalarda devlet sistemini karşımda ayarından çıkartanlardan biri…

Hepsinin arkası mason tarikatı… İsrail, İngiltere, ABD, Rusya ve Ankara çetesi/hukumeti… İnsan, organ, silah, uyuşturucu kaçakçılığı… Adam kaldırma, sıktırma, mala ve mülke çökmek, ihanet dahil her pis iş bunlarda…

Sekiz on sene karşımda gık bile diyemediler. Ezildikçe ezildiler. Çözüldükçe çözüldüler. Gerçekten akıl sağlığı raporu olan biri üzerinden “deli, deli” dedirttiler. İçi bomboş, iftirayı bile doğru düzgün atamadıkları yayınlar üzerinden iftiralar yaydılar. Çünkü karşıma bile çıkamıyorlardı ve hayatım tertemiz. Çamur at, izi kalsın hesabı oldu. En sonunda iyice panikledi, köşeye sıkıştılar. Bir yandan Büşra Tülü Karadayı davasının üzerine oynadılar, bir taraftan da beni devlet çarkı ile parçalamaya karar verdiler

Tutup resmi kurumlarla beni karşı karşıya getirdiler. Toplamda sadece birkaç istisna hariç olmak üzere, karşısına çıkartıldığım savcılar Soysuz’un, Adnan Oktar’ın, Bohçalının, Meral Akşener’in adamları… Hakimler de onların adamları… Sözde doktorlar bile onlara çalışan kripto kimlikli kişiler. Birinin yüzüne aniden sordum gerçek kimliğini, yanımdaki jandarma komutanı ve erleri bile yaşananlara şahit olunca donup kaldılar. Müdahale bile edemediler. Konulduğum ceza evini bile detaylarına kadar Adnan Oktar, Soysuz ve bilinen diğerleri yönetti. Direnen müdürü de aldılar, başkasını kısa sürede getirdiler. Sağlık raporların ne olacağına, mahkeme kararlarının nasıl olacağına bunlar karar veriyor. Yine de güçleri yetmiyor ve bir de biraderlerimi satın alıyorlar.

Buna da devlet sistemi, adalet sistemi deniyor ve buna itaat etmemiz bekleniyor. Bir de kullandıkları pislik herifler, damara basar gibi yeni davalar açıyorlar.

İki biraderim var. Hemen şimdi ikisi çapraz sorgulara alınsa, sadece bu yolla bile çorap söküğü gibi sökülüyor bu sistem/çark ve milletler arası bağlantılarına kadar ilerliyor. Yeter ki gerçek hakimler, savcılar görevlerini yapsınlar. Başka bir sorun kalmadı bu ülkede. Diğer bütün sahalarda bunları zaten çökerttik.


Benim biraderlerim üzerinden yapılacak soruşturma hemen uyuşturucu ve fuhuş işlerine uzayacak. “Biz bulamadık” diyen gerçek devlet yetkilileri olursa ki çok şaşırırım onlara, ben yolu gösteririm.

Büşra Tülü Karadayı ve ailesi dahil yakın çevresi hakkında yapılacak gerçek bir soruşturma da hemen uyuşturucu ve fuhuş işlerine bağlanacak. Bulamayanlar varsa ki bu imkansız, ben yine yolu hemen gösteririm, bulurlar.

Bu kişiler, kullanılan çok basit piyonlar. Bunların arkasındaki bağlantılar Londra’ya, Tel Aviv’e, Washington’a, Moskova’ya, Vatikan’a kadar uzanıyor. FETÖ’ye, Adnan Oktar’a uzanarak orada bittiği zan edilmesin. FETÖ ile Adnan Oktar suç örgütü zaten birbirlerinden çok da ayrı örgütler değiller.

Erenköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastahanesinde, bana tamamen hukuk dışı şekilde ve ezici tavırlarla muamele yapılırken…

Yaşananların hukuka uygun olmadığını, açıkça kasıt olduğunu, tıbba da uygun olmadığını görerek itiraz edenler oldu. Kendi içlerinde tartışmalar yaşadılar ve bu doktorları, hemşireleri hatta infaz memurlarını dirsek darbeleri ile kenar hatta attılar. Öyle şeyler yaşandı ki hemşireler dahi, doktorların sık sık yalan söylediklerini, aynı meselelerde birbirlerine tezat konuşmalar yaptıklarını, sıkışıınca kendi konuşmalarını bile yalanladıklarıın gördüler. Nihayet “Sana yapılanlardan biz de rahatsızız” ve “Biz anlamıyoruz, seni neden hala burada tutuyorlar, senin hiçbir şeyin yok. Ne dönüyor burada” diyen personeller oldu.

Bir savcının bunlara ulaşması en fazla üç saatini alır.

Ayrıca, toplamda 60’tan fazla şahidin, yazdığımı ve ceza evi idaresine teslim ettiğimi gördüğü ve ceza evi idaresi tarafından yok edilmiş olan çok sayıda dilekçem hala ortada yok. Bunlardan üç tanesi var ki suç duyurusu dilekçeleri idi, o gün Ankara hükumeti denilen çeteyi, başta da Bohçalı ile Soysuz’u çökertiyordu. O Şenkal Atasagun ve Semih Yalçın etrafındaki hain, kara paracı, her suçun içindeki çeteyi de çökertiyordu. Büyük bir temiz eller operasyonunu başlatıyordu. İhtiyaç duyulan deliller de hemen yağmur misali yağacaktı. Ayrıca, o güne kadar bizim ulaşamadığımız delillere resmi yetkili vatanseverler kısa sürede ulaşacaklardı.

Bunlar yaşanırken, gözler göre göre dilekçelerim yok edilirken bile muhtelif infaz koruma memurları “Kardeşim, biz zaten burada acayip bir şeyler döndüğünü görüyoruz. dediler. Yaşananları kabullenmeyerek üzerine giden, sisteme çalışan ceza evi yetkililerini koğuşumun kapısına kadar getirten infaz koruma memurları oldu. Dürüst olan herkesin söylediği şuydu: Senin gibi bir adamın burada ne işi var?

Hatta koğuşumdaki insanlıktan çıkmış çok sayıda mahkum bile, ben bir şey anlatmadığım halde, sadece beş on gün sonra, “Seni buraya gönderen savcının da hakimin ta anasını bipleyeyim” diye diye hem de yüksek sesle sövüyorlardı.

Yok edilemeyecek kadar çok sayıda şahit ve delil oluşmasını sağlaya sağlaya ilerledim ben ama gerçek savcılar, hakimler nerede?

Şu Ankebut Ağı sistemini yok etmek üzereyim, hala mı dik durmayacaklar?

“Yasa dışı yollarla elde edilmiş” denilecek delilleri bu güne kadar kullanmaktan hep kaçındım. Lakin şimdi yağmur gibi yağdırmayı bile değerlendiriyorum. Kimin yıkılacağı, kimin altında kalacağı umurumda bile değil.

Ben bu iftiralardan, karalamalardan, sahte evraklardan, hukuk dışı sözde cezalardan, sözde hakimlerden, sözde savcılardan, en yakınlarıma kadar uzanan kirli bağlantılardan, satın alınmış insan müsveddelerinden yeterince bunaldım. Fazlasıyla da tahammül ettim.

Gerekiyorsa yaka yıka sahaya ineceğim. TR içindeki hiç kimseyi, grubu, örgütü, çeteyi engelden bile saymıyorum. Dünya üzerindeki onlarca önde gelen hükumeti, gizli servisi hatta Vakitan’ı bile yok edecek bir bombanın pimini çekmekten bahsediyorum.

Baştan söylemiştim ki ben savaşa girdim. Yanımda duramayacak olanlar, kırmızı eteklerini giyip dağılabilirler.

Ben bu sisteme son darbeleri de vuracağım. Çok uzadı bu iş. O darbe yapılmadı ya, yapılmadığı güne binlerce kere lanet edecekler. “Keşke darbe olsaydı, bu kadar kökten kazınmazdık” diyecekler.

Gelsin Stoltenberg, gelsin ABD uçak gemileri, gelsin İngiltere prensi ve dışişleri bakanı, gelsin CIA ajanları ve kurtarabiliyorsa kurtarsın bunları.

Sonuna kadar savaş…

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Leave A Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir