(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)
Mehmet Fahri Sertkaya: Aslında bu sorulara ve daha fazla soruya cevap niteliğinde olan yayınları yıllardır yaptım.
Onlardan istifade ile de faydalı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Cemaatimiz hakkında bizim daha sarsıcı iddialarımız da var.
Biz cemaati 1946 öncesi ve sonrası diyerek ayırıyoruz.
Öncesinde farklı uygulamalar ve gerçekler var, sonrasında daha farklı uygulamalar ve sarsıcı gerçekler var.
Devletin istihbarat birimlerinin titizlikle üzerine düşmesi gereken, adli makamların da özel ve geniş kapsamlı bir dava açmasını gerektiren meseleler var.
Bizler yeni kuşak cemaat mensupları, eskilerin anlattıklarını dinleyerek cemaate dair bilgi sahibi olduk.
Lakin son zamanlarda meydana çıkan gerçekler karşısında, kasıtlı olarak baştan beri kandırıldığımızı kabullendik.
Şu anda sondan başa doğru gidilecekse eğer, tartışmasız ve çok sarsıcı bir gerçek olarak gözler önünde duruyor ki Alihan Kuriş, Osmanlının son döneminde de hep yıkıcı faaliyetler yapmış olan, İngiltere’ye açıkça çalışmış olan bir soydan geliyor.
Bir adım gerideki annesi Gülderen Kuriş’in hayatına, bağlantılarına, gerçek maksatlarına dair pek çok soru işaretleri var ve bunları cemaatin tabanı hep merak etmişse de hiç bilgilendirme yapılmamış, yapılmıyor.
Cemaatte, bir dönem Gülderen Kuriş’e yakın olabilmiş hocahanımlar bile, Gülderen Kuriş’in eşi ve Alihan Kuriş’in babası olan Sabri Kuriş’i tanımıyorlar. Hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.
Son zamanlarda öylesine şüpheler oluştu ki Alihan Kuriş’in babası, gerçekten o kişi mi, ondan bile emin olunamıyor.
Arif Ahmet Denizolgun’a, yani Alihan Kuriş’in dayısına yani Gülderen Kuriş’in erkek kardeşine bakılınca da ayrıı ayrı onlarca soru işareti de onda görülüyor
Neden hiç evlenmediği, hiç evlenmemiş olduğu cemaat mensuplarına anlatılıyorken, aslında yurt dışında bir kadınla hem de gayr-i müslim bir kadınla evlenmiş olduğunun meydana çıkması, kadının, Arif Ahmet Denizolgun’dan hukuk yoluyla davacı olmasının meydana çıkması…
Ve saymakla hemen bitmeyecek pek çok çirkinlikler, kandırmalar, aldatmalar var ne yazık ki.
Daha geride Kemal Kacar’a bakılacak olursa, yere göğe sığdırılamayarak anlatılan, keramet ehli büyük veli olarak tarif edilen o kişinin hem zahiri dini ilimlerde hem de tasavvufi dini ilimlerde söz sahibi olmadığı açıkça gözler önünde.
Onlarca sözde sohbetinin ses kayıtları her yerde var ve bunların değerlendirilmesi ile, cemaat mensuplarına anlatılanların arasında uçurum olduğunu doğrulamak işten, meseleden bile sayılmaz.
Yani cemaate dair tabana anlatılanların neredeyse tamamına yakını gerçek dışı bilgiler.
Cemaat, Osmanlı’nın son zamanlarında devlete karşı, millete karşı yıkıcı bir faaliyet unsuru, bir iç dinamik olarak kullanılmış bir akımın devamı mı yoksa 1946 yılından sonra mı tamamen bu hale dönüştürüldü?
Bu hususta kesin bir şey diyebilmek için, devlet kurumlarının gücüyle ve yetkisiyle de bu konuların araştırılması, soruşturulması şart.
Çünkü 1839’da sultan Abdülmecid döneminde Tanzimat fermanı ilan edildi.
Bazı kişilere göre memleketin hayrına bir büyük adım atılmıştı ama dürüst tarihçilerin çoğuna göre ise Osmanlı’yı kesin yıkılışa götüren ve Osmanlı Devleti’ni düşman devletlerin eline düşüren büyük bir gedik açılmıştı.
Bu fermanı ilan eden Mustafa Reşid paşaydı. Belki bilginiz vardır, yerli yabancı pek çok tarihçinin açıkça “İngiliz casusu” dediği bir kişiydi Mustafa Reşid Paşa…
İşte, şüphesiz ve kesin gerçek olarak söylenebilecek söz şudur ki, Süleymanlılar cemaati, hiç değilse 1946’dan sonra Mustafa Reşid Paşa’nın öz torunlarının kontrolünde olan bir cemaat.
Alihan Kuriş’in, Annesi Gülderen Kuriş’in, dayısı Arif Ahmet Denizolgun’un’un soyu, Mustafa Reşid Paşa’ya dayanıyor. Bu aile onun soyundan geliyor.
Lakin şu tarafı var;
Süleyman Hilmi Tunahan olarak bildiğimiz kişi daha sonra bir hanımla evleniyor.
İki kızı oluyor ve bunlardan biri olan Ferhan, Hüseyin Kamil Denizolgun ile evleniyor.
Öndeki Ferhan Denizolgun.
Hemen arkasındaki kişi ise Gülderen Kuriş, yani cemaatin şu andaki idarecisinin annesi.
Ferhan’ın evlendiği Hüseyin Kamil Denizolgun’un soyu, kesin ispatla gözler önünde ki Mustafa Reşid Paşa’ya çıkıyor.
Bu sarsıcı gerçek etrafında araştırmalar yapılınca görülüyor ki cemaatin en azından 1946 sonraki kısmında bütün yollar yine İngiltere’ye, Londra’ya bazı Avrupa ülkelerine çıkıyor.
Bu temel bilgilerden sonra günümüze gelerek ve özetle şunu ifade edebilirim ki geçen onlarca sene boyunca gerçekten İslam dinine ve milletimize hizmet manasında neredeyse hiçbir şey yapılmamış.
Bu kısım kasten köreltilmiş, sınırlı tutulmuş.
Lakin sürekli müslüman milletin paraları toplanmış, zekatları toplanmış, kurbanları hatta adakları toplanmış.
Koca ülke genelinden bakılınca bile, onlarca sene içinde çok ama çok büyük meblağda paralar toplanmış.
Bu nispette hizmetler ise yapılmamış ve hala yapılmıyor.
Cemaat ne ile meşgul dediniz, o kısma anca bu özetten sonra gelebildim.
Cemaat, son zamanlarda çokça onları ifşa ettiğim ve onlara akan paraların önünü kestiğim için, bu zorlukları aşmakla meşgul.
Cemaat, tek parça bir yapı değil.
Cemaatin içinde farklı farklı cemaatler var.
Çünkü dünya geneline yayılmış, onlarca senedir çok büyük paraları çevirmiş olan bu cemaatin içinde, Türkiye içinden ve dışından farklı farklı unsurların adamları, grupları da var.
Bunlar, tabandan ziyade, tepe/idari kadro arasındaki kişiler.
Bu nedenle, detayları sorarsanız, anlatacağım pek çok kısmın, sorunun cevabı da bu gerçek olacak.
“Neden şöyle olmuş, şunlar yaşanmış o dönemde?” deseniz “O vakit cemaat içinde şöyle gruplaşmalar varmış, Şu grup şu ülkeye, bu grup bu ülkeye, hatta falan grup da şu gizli servise çalışıyormuş” demek zorunda kalacağım.
Belki gördünüz, senelerdir çok tartışılan mavi ya da lacivert takke hususunda bu güne kadar hiç yayın yapmamıştım.
Bu cemaat neden lacivert takke takıyor diye hep tartışıldığı halde ben tartışmalardan geri durmuştum.
Zamanı geldiğini anladığım için, geçenlerde bu hususta da yayınlar yaptım. Bu rengin seçilmesi bile, yabancı ülkelerin ve başka dinlerin mensuplarının tercihi…
En içeriden cemaati bilen, birkaç yıl öncesine kadar bu cemaate hizmet edebilmek için ağır bedeller ödeyen, hatta cezaevine bile konulan biri olarak maalesef açıkça yazmam gerekiyor ki bu cemaatin ana omurgası misyonerlik üzerine kurulu.
Hristiyanlaştırma maksatlı bir proje.
Lakin acele edilmemiş, çok renk verilmemiş.
Hızla Hristiyanlaştırmak mümkün de olmayacağı için, daha öncelikli olarak maddi menfaatler elde etmek.
Bu maddi menfaatleri sürekli kılmak, sürekli elde etmek.
Ayrıca devlet içinde cemaat mensuplarını kullanarak nüfuz casusluğu elde etmek.
Bu nüfuz casusluğu imkanını sürekli kılmak, ayrıca siyasi seçimler sırasında oyları yönlendirmek, partileri desteklemek, hükumetleri tamamen ya da mümkün olmuyorsa kısmen belirlemek hedeflenmiş.
Bu casusluk en ileri seviyede.
Buna ancak hatıralar, kritik anlarda alınan kritik kararlar, bunların değerlendirilmesi gibi şeyler gösterlebilir.
Bundan ötesi için, devlet kurumlarının meseleye acilen el atması gerekiyor.
Ciddi ve gerçek bir soruşturma başlatıldığı anda, zaten cemaatin eski ve yeni idari kadrolarından hayatta bulunan çoğu kişi birbirine tezat ifadeler vermeye başlayacaktır ve istihbarat gücüyle de konunun üzerine gidildikçe somut delillere de ulaşılacaktır.
Amerikadan ziyade İngiltere ile, AB ülkeleriyle ve Rusya ile bağlantıları var.
O kadar geniş konular ki bunlar, devletin ilgili kurumlarının ilk anda somut deliller talep etmesini mecbur kılmayacak kadar, soruşturma başaltmayı zaruri kılacak kadar yalan, ispat edilebiliyor.
Çünkü her şey, onlarca sene boyunca, birbirine tezat şekilde anlatılmış ve anlatılıyor.
Mesela, yine yayın yapmıştım da sarsıcı olmuştu. Süleyman Hilmi Tunahan diye aratılınca en çok karşımıza çıkan resimleriyle 1950’nin başlarında, Üsküdar’da bir muhtardan alınan ve S. H. Tunahan’ın hayatta olduğunu gösterir evraktaki fotoğraf birbirleriyle çok bağlantısız, resimlerde aynı kişiler yok.
Üstelik, “Ben hayattayım, ölmedim, işte buradayım” diye muhtardan evrak alınıyor.
Birkaç senedir tahsil edilmeyen hocalık maaşının hemen tahsil edilmesi yoluna gidiliyor.
Senelerdir oturulan mahalle hemen terk ediliyor, başka mahalleye taşınılıyor ve bir de bakılınca, muhtar evrakında fotoğraftaki kişi S. H. Tunahan dediğimiz kişiyi andırıyor ama aynı kişi değil.
Resmi anlatımdan bakılacak olursa S. H. T, osmanlının son dersiamlarından.
Buraya dikkat edin dersiam, ordinaryüs profesör demek, yani profesörlerin profesörü demek.
Lakin bu şahsın anlattığı ve kayda geçen bazı İslami konulardaki cümleler, bilgiler var ki tamamen hatalı ve bu şahsın kendi ses kaydı var ki kesinlikle temel seviyede kıraat bilmiyor.
Arapça’yı doğru düzgün bilmediği o ses kaydından anlaşılabiliyor.
Herhangi bir uzman, sadece bir iki dakika içinde bu konuda kesin görüş verebilir.
Oysa diploma notları on üzerinden dokuz buçuk, daha düşüğü yok. Hukuk fakültesinden mezun olmuş, mezuniyetine dair evraklar var.
Bunların taramaları Ahmet Akgündüz’ün ilgili kitabına da konmuş.
Bu nasıl bir şeydir ki bu kişi, sene 1950 olduğunda bile ileri yaşına geldiğinde bile Arapça okuyamıyor, kıraat edemiyor, türlü hatalar yapıyor, basit hatalar yapıyor.
Birde İstanbul’un önde gelen camilerinden birinde yapıldı denilen ses kaydı var.
Cemaat içinde hemen herkes bilir ve dinlemiştir. Orada da Türkçeyi sonradan öğrenmiş bir kişi aksanıyla konuşuyor ve çok çok temel, ilmihal bilgisinde mesele anlatıyor.
Sadece buralardan devlet gücüyle gerekli soruşturmalar başlatılsa bile gerçekte kaç SHT vardı?
Bir süre sonra vefat etti mi ya da bir şekilde ortadan kayboldu mu?
Birkaç sene hiç ortada görülmedi.
Sonra yerine biri, bir benzer kişi mi geçirildi diye soruşturulması gerekiyor.
İşte bizim, ilerledikçe takıldığımız yerler bu gibi yerler.
Buraları devletin kurumlarının gücü aydınlatabilir.
Biz buralarda yetkisiz şekilde daha fazla ilerleyemeyiz ama cemaate dair anlatılan yüzlerce meşhur şeyin doğru olmadığını kesinlikle araştırmalarımızla gözler önüne serebiliriz ve seriyoruz.
Kemal Kacar çok zengin bir aileden geldiği söylenilen bir kişi ve manevi/ilmi yönüne dair anlatılanlar tamamen gerçek dışı.
Siyasetçilerle, farklı siyasi akımlarla olan bağlantıları normal değil.
Hayatında etrafında bulunan kişiler arasında şüpheli ölümler var.
Bu konularda da yayınlar yapmıştım.
En başta da Hüseyin Bakır’ın şüpheli ölümü var.
Sağ kollarından biri gibiymiş o vakit Hüseyin Bakır ve bir gün kendini evinde ipe asmış deniliyor.
Oysa olay yerine gelen polis bile her şeyi şüpheli görüyor, “Neden astınız bu adamı?” diye sormadan edemiyor.
Ama gerekli hukuki prosedür işlemiyor.
Sonra bu hikaye, “Öldükten sonra bile kalbi atan Süleymanlı” denilerek cemaat içinde yayılıyor.
Şahsın asıldığına, öldü zan edildiği anda polisin çağrıldığına, sonra ölmediğinin anlaşıldığına dair çok kuvvetli şüpheler var ve bu hadiseye dair yaşayan şahitler hala var.
Cemaatin başında kimler var kısmına gelince…
Başta Mustafa Reşid Paşanın öz torunları var 2000 yılından bu yana.
Çünkü Kemal Kacar, 2000 yılında vefat etti ve zaten cenaze merasimine de kendisiyle ve bu konularla bağlantılı siyasetçiler katıldı.
Burası bile kitap hacminde yazmayı gerektiriyor.
2000 yılında K. Kacar vefat edince, cemaat içinde adeta taht kavgası yaşandı.
Çok ileri seviyede tartışmalar, ayrışmalar oldu.
Kemal Kacar’ın etrafında tuttuğu, cemaatten uzaklaştırmadığı pek çok üst isim, Arif A. Denizolgun’u kabullenmedi.
Yine de o cemaatin başına geçebildi.
Muhalif isimler o tarihte bir internet sitesi açtılar.
Avukat Zeki Çalışkan, Hayrullah Karadeniz diye sayılmaya başlasa, onlarca kişi bunlar ve o sitede çok şaşırtıcı şeyleri açıkça yazdılar.
Arif Ahmet’in cemaatin başına geçebilmesi için silahların konuştuğunu bile açıkça yazdılar.
Hatta bir ara bu yazılar, iddialar hala internette bulunuyordu.
Hayrullah Karadeniz yakın tarihte vefat etti. Son paylaşımları arasında da bunlara temas ettiğini hatırlıyorum.
Bunlar internet taramalarında bile kolayca bulunabilir.
Ama hangi döneminde?
O kadar çok gruplaşma olmuş ki dönem dönem hep farklı gruplar var.
Kaplancılar denilen meşhur grup var
Bunlar Kemal Kacar’la uğraşmış olan grup.
Karadenizliler, kardeşler, tahsil görmüşler cemaatte, hoca olmuşlar, isim yapmışlar.
Kemal Kacar’ı tanımamışlar, cemaatin başına geçmek istemişler.
Oradan başlıyor, arada nokta dergisine cemaat aleyhinde açıklamalar yapan cemaat mensubu hocalar da olmuş.
Hatta Kadir Mısıorğlu bu konuda birkaç kelam yazmış.
Bu günden bakarsak, bu gün Meral Akşenerciler var.
İYİ particiler de denilebilir bunlara ve cemaat içinde çok ağırlıkları var.
Aydın Doğancılar var.
MİT grupları var.
Ağırlıklı olarak yine gizli hristiyan misyoner gruplar var.
Alihan Kuriş ile Gülderen Kuriş de bunlarla bağlantılı.
Bu arada, cemaatin içinde herkesin bilip sevdiği saydığı, benim de bir vakte kadar gerçek bir hocaefendi zan ettiğim Seyfettin Alkan var.
Onu geçenlerde mindere ısrarla çektim, yine de gelemedi.
Takipçilerime onun telefon numarasını verdim.
Arayın, sorun, yalanlayabiliyorsa beni onunla karşı karşıya getirin dedim.
SHT’yi dünya gözüyle görmüş, ondan ilim tahsil etmiş biri olarak biliniyor Seyfettin Alkan.
O günden bu güne kadar çok sayıda siyasetçiyi de görmüş, cemaatle bir şekilde bağlantılı olan bazı siyasetçilerin isimleri, bazı sohbet kayıtlarında bile geçiyor. Bunlardan birini ben geçmişte paylaşmıştım.
Köksal Toptan’dan Koç ailesine kadar bazı isimler geçiyordu. Youtube kanalımızda daha duruyor bu kaydı.
Bu hizmetlerin nasıl bir anda parladığını, maddi güç bulduğunu anlatırken, Vehbi Koç’un yeğenine de bağlıyorlar. Çok büyük yardımlar ettiğini anlatıyorlar.
Ama bu anlatılanların her yerinde vahim açıklar var, Tutarsızlıklar var ve soru kabul etmek istemiyorlar.
Çok sayıda takipçim Seyfettin Alkan’ı aradı, mindere çekmek istedi ama bu mümkün olmadı.
Ben bilmem evladım, kim diyor, ne diyor, kim bunlar diye diye herkesi oyalamış, savuşturmuş.
Yapabileceği başka da bir şey zaten yok.
O günlerden beri de iyice geri duruyor, göze batmak istemiyor.
Ben bu sesli görüşmelerin birkaçını da Telegram’daki Akademi Dergisi kanalımda paylaşmıştım, hala duruyor.
Cemaatte şu anda hala o Avukat Zeki Çalışkan ile çevresindeki kişilerin sözü de geçiyor.
Bir yere kadar geçiyor.
İyi parti ve Meral Akşener dahil, pek çok farklı siyasetçinin sözünün geçtiği kısımlar da var.
Farklı iş adamlarının sözünün geçtiği de oluyor.
Alihan’ın cemaat üzerinde gerçek bir hakimiyeti olduğunu söyleyebilmek mümkün değil.
Cemaat şu anda yönetilmiyor, savruluyor. Yaklaşık son iki senedir, yukarıda temas ettiğim gibi meselelere dair sarsıcı çok sayıda yayın yaptım.
Ve “Artık devletimizin ilgili kurumları bu meseleye el atmalıdır. Süleymanlılar cemaatine operasyon yapılmalıdır” dedim.
Bu hususta çok da kamuoyu oluşturdum ve cemaatin tepesindeki bütün grupları endişe aldı.
İşte o anlardan sonra cemaatin tepesi iyice karmakarışık oldu.
Kendini kurtarmak isteyenler, bütün sistemin işlerliğini devam ettirmek isteyenler.
Birbirlerine hesap soranlar belgeleri yok edenler, kayıtlar silenler, arka plandan kavgalar edenler. Kendilerini iyice geri plana çekip unutturmak isteyenler oldu, oluyor.
Alihan ve çevresindeki çekirdek kadro, bu dardan çıkabilmek için farklı ülkelerle farklı görüşmeler yaptı.
“Ne olur cemaatimize operasyon yapılmasın” konulu bu görüşmelerde daha da büyük tavizler verdiler taraflara ve o andan sonra Türkiye için, Türk milleti için daha da büyük bir milli güvenlik sorunu oldular.
Avukat Zeki Çalışkan’ın bir Facebook hesabı var.
Sık sık kapatır, açar o hesabını.
Yani dondurur yeniden açar sonra.
Kısa süre önce orada bu konulara da temas etti.
Cemaate operasyon yapılmaması için pek çok ülke ile anlaşmalar yapıldığını ve tavizler verildiğini açıkça yazdı.
Elbette ki Türkiye içindeki muhtelif gruplara da tavizler verdiler.
Zeki Çalışkan, bir vakte kadar, cemaatin beyin takımı denilen birkaç kişilik kadronun arasındaydı.
En merkezdeki isimlerdendi.
Arif Ahmet ve Mehmet Denizolgun ile evlerinde çekilmiş çok sayıda fotoğrafları da var.
Cemaatin başında eskiden beri hep emekli askerler de oldu.
En çok da Avrupa ülkelerindeki cemaat mensuplarının başına atanan kişiler bu emekli subaylar oldu.
Bunlardan bazıları cemaatte kökü geçmişi, tahsili olmayan.
Bir anda cemaatin içine giren ve bir anda en tepede hep görülür olan kişiler.
Bunların bazıları sonra bazı partilerden millet vekillikleri de yaptılar.
Yani en açık şekilde ifadesi şu şekilde olabilir, cemaatin FETÖ’den hiç farkı yok.
Bütün bağlantılar, taktikler, numaralar, hedefler neredeyse tamamen aynı.
Zaten eskiden olduğu gibi şu anda da cemaatin içi FETÖ’cülerle dolu.
Üst isimleri kastediyorum. Cemaatin üst isimleri arasında şu anda da çok sayıda FETÖ mensubu ya da FETÖ ile iltisaklı ve paslaşan kişiler var.
FETÖ’nün üst isimleriyle, Süleymanlıların üst isimleri arasında çok sayıda akrabalıklar da var zaten.
Üst isimlerin neredeyse hepsi her ne kadar muhalif olsa da Avukat Zeki Çalışkan bile onlarla iç içe, onlarla bağlantılı.
Yardım dernekleri ve vakıfları tabelası altında eskiden beri döndürülmüş çok kirli işler var.
Bu işler soruşturulduğunda yol hep FETÖ’ye de çıkıyor, hep paslaşılmış.
Bir dönem Kemal Kacar, galiba ters düşmüşler o vakitte diye, Fethullah Gülen aleyinde birkaç çıkış yapmış.
Bunların da arkasını getirmemiş, tavrını devam ettirmemiş.
Cemaat tabanını bile FETÖ’ye karşı gereğince bilgilendirmemiş ve ikaz etmemiş.
Şöyle diyebilirim;
Süleymanlılar cemaatinin avukatları bile onlarla bağlantılı.
Pek çok konuda hala sorunları beraber çözüyorlar.
Zeki Çalışkan’ın yolsuzluklarına dair de çok bilgiler basına yansımış.
Zeki Çalışkan da cemaatin siyasetteki nüfuzu sayesinde İBB’de çalışmış bir kişi.
Bir dönem, cemaatin Tayyip Erdoğan’a destek verdiği sırada, Zeki Çalışkan Tayyip Erdoğan’ın yanına konulmuş bir kişi.
Sonra buradan ilerleyen bağlantılar ve işler.
Bir gün gelip KİPTAŞ yolsuzluğu olarak davalara, davalar nedeniyle de basına yansıdı.
Hala internet taramasında bile bunlara ulaşılabiliyor.
Yani o grubu, şu grubu, bu grubu…
Hangisine el atarsanız atın ortak hedefleri para, menfaat, siyasi menfaat, çevre/bağlantı yapmak.
Böyle olunca da FETÖ ile ortak menfaatler var demek oluyor ve böyle olduğu için de çok eskiden beri FETÖ’den ayrı ve bağımsız değiller. Çok sayıda ortak menfaat gereği paslaşıyorlar.
Hep bir aradalar.
Ben isimlere şu anda pek girmek istemiyorum.
Delil kısmına da girmek istemiyorum.
Uygun vaktin gelmesini bekliyorum. Bir süredir de bu maksadımı yazılarımda açıkça yazıyorum.
Çünkü bu güne kadar pek çok sarsıcı meselede deliller de paylaştım ve hiçbir şeye yaramadı.
Karşımda gerçekten bağımsız bir adalet sistemi bulamadım.
Üstelik bu davranışım tamamen hukuksuz bir şekilde benim aleyime çevrildi, hem de devlet kurumlarımızın gücü su-i istimal edilerek çevrildi.
Bunun devamında yaptığım itirazların dilekçeleri bile yok edildi.
Hala, 2019 yılından bu yana, UYAP sistemine girmemiş olan ve el yazısı ile yazarak devlet kurumuna teslim ettiğim dilekçelerim var.
O dilekçelerde dahi “Bütün bu anlattıklarıma dair delilleri en geç 48 saat içinde makamınıza teslim edebilirim” demiştim.
Bu yazdıklarımın hepsinin arkasındayım.
İstediğiniz yerde serbestçe paylaşabilirsiniz.
Aslına sadık kalmak, çarpıtmamak kaydıyla üst başlıklar atacaksanız lüften onlarda da hassas olun.
Ben gerçek bir müslümanım, bu ülkede yüksek sayıda gerçek müslüman kişi var.
Onların çok sarsılacağı konular zaten bunlar, kabullenmek istemeyeceği konular.
Ben anlattıklarımın arkasında daima dururum ama bunların yayınlanış tarzı çok mühim.
İnsanların haklarına, inançlarına seviyeli yaklaşarak verilmeli bunlar.
Telegram kanalımda ve mfs tv adresindeki sitemde işinize yarayacak çok fazla bilgi var.
Oralardaki her satırımın da arkasındayım.
Zaten belki siz belki ekip arkadaşlarınız takip etmişlerdir.
Ben bunları senelerdir anlatıyorum
Mesela adı geçen Zeki Çalışkan bir avukat, ünlü bir avukat. Emrinde her zaman en az otuz avukat çalışanı var.
Ben çalışanlarına kadar neler neler yazdım ama hiçbiri davacı olamadı.
Dört seneyi de geçmiştir yazalı…
Alihan’dan tutun Seyfettin Alkan’a, Behlül Karak’a, Hasan Arıkan’a dair de kimse karşıma çıkamadı.
Yazılı sözlü cevap veremedi, davacı da olamadı.
Üstelik çok üstlerine gidilince, sıkışınca açıkça yalan söyleyenleri oldu.
O söylediklerinin yalan olduğunu da hemen peşinden ispat ettim. Bu meselede adli makamların hiçbir şeye ihtiyacı yok.
Ama şunu açıkça ifade ediyorum ki gerçekten bağımsız ve devletin, milletin korunması maksadıyla soruşturmalar ve yargılamalar başlatılırsa, ben daha fazlasını da anlatırım. Şahitler de getiririm, deliller de sunarım.
İşin aslı, ihtiyaç kalacağını da zan etmiyorum.
Nereden tutulursa elde kalan, çürümüş, kokuşmuş bir sistem bu.
Kesinlikle hayır, onların vakti var. Çünkü bu dava Vatikan’a kadar, İngiltere kraliyetine kadar, AB’nin sinir sistemine kadar uzanıyor, öyle kolay değil.
Daha bunun İsrail bağlantısı da var.
Orası ayrı bir kitap hacminde kısım zaten.
O üst isimleri vere vere, peşinden deliller vere vere ilerlenemez.
Öyle bir adalet ve bürokrasi sistemi yok bu ülkede.
Ben bunu acı acı tecrübe ettim, takip ediyorsunuz.
Sonuçta iş öyle bir hale geldi ki, üzerimde güya davalar cezalar evraklar var ama senelerdir işlemiyorlar, yerlerinde donduruldular.
Bana gelip karışan soran bir devlet yok, ben de onlara karışmıyorum, şimdilik böyle gidiyoruz ama bir kez daha deliller yaymaya başlarsam yeni bir çatışma demek.
Yanlış anlamayın ama sizin gücünüz de bunları yaymaya yetmez. Tercih sizin, bence mahzur yok.
İddia diyerek paylaşmak isterseniz iznim var. Bütün bu özel yazışmayı, her satırına kadar paylaşabilirsiniz, her ortamda da paylaşabilirsiniz.
Arada sorularınız olursa, topluca yazıp atın ya da sesli mesajla toparlayıp sorun. Ben vakit denk getirdikçe cevaplarım.
Nerede daha önce yazılmış şeyler bunlar. Daha önce benden başka yazanı ben görmedim, denk gelmedim. Ve ben bu davaya gençliğini vermiş, bu dava için çetin mücadeleler vermiş biri olarak bunları yazıyorum.
Ve ben yazıyorum, ismi geçen herkes senelerdir susuyor.
Bir değişik iş kararı çıkartmak zor iş mi?
Siz basın mensubusunuz biliyorsunuz bu işleri.
Oysa bunları anlatmadığım zamanlarda, seçim zamanlarında cemaatimizin oyları heba ediliyorken yaptığım yayınlara hemen değişik iş kararları alınıyordu.
Son yıllarda hiçbir şey yapamıyorlar.
Çünkü suç üstü oldular.
Ben cemaat mensuplarını konuşturdum, ses kayıtları var.
Fazilet emlak şirketi meselesi var.
Alihan Kuriş de bu işlerin içinde, en son bir davada sanıktı.
Bunlar paylaşıldı internet sitelerinde, ses kaydı da telegram kanalımda.
Serbestçe konuşturdum şahsı, tanımadığım bir şahsı.
Cemaatimiz mensubu da değilmiş, ama gelir gidermiş, parasını değerlendirmek istemiş. Dolandırıcılık çok açık…
Kim bunlar?
Cemaatin beyni denilen Ümraniye’deki büyük kursta Alihan Kuriş’in de çevresinde sürekli bulunan kişiler.
Oysa kısa süre önce Ankara’yı dolandırmışlar. Aralarından bir akrabaları ceza evindeymiş.
Aralarından bir kişi resmen isim değiştirmiş. Sonra gelip cemaatin en merkez kursundalar.
İdari beyin kısmı orası…
Bütün dünya genelinde kurslar, milyonla cemaat mensubu, paralar, vakıflar, dernekler, siyasi bağlantılar, her şey oradan dönüyor ve orada bu dolandırıcılar.
Yargılanıp ceza aldıktan sonra bile yargılanıp kesin hüküm giydikten sonra bile el üstündeler.
Bunların ses kayıtları var, dava dilekçeleri var, başka sitelere yansımış detayları var.
Ben bu meseleye el atana kadar da Alihan Kuriş bu konuda gık demedi, cemaat tabanını ikaz etmedi.
O dolandırıcı kişilerin hiçbirini uzaklaştırmadı.
Bunlar çok vahim şeyler değil mi?
Bunun gibi şeyler yan yana konula konula öyle bir yere gelindi ki, savcıların resen bile soruşturma başlatmaları lazımdı.
Ben iki seneden fazladır soruşturma ve operasyon istiyor ve bunu yazıyorum.
Herkes de takip ediyor ama devlet sistemi çalışmıyor.
Alihan Kuriş’in villasının fotoğraflarını bile paylaştım. Orada neler döndüğünün bilgilerini de paylaştım.
Soranlara ne yalanlar anlatıldığını da paylaştım.
Kimse üstüne düşmedi, bu ülkede savcı hakim yok.
Tek benim ve benim gibilerin karşısında savcılık hakimlik yapmaya çabalıyorlar.
Siz varsanız, top sizde, ben bu sınırı geçmem, daha önce geçtim.
On sene oluyor hala büyük hukuki sıkıntılar çözülmedi. Bunlar zaten defalarca haber oldu.
Ben de önde gelen bir mağduru konuşturdum ve ses kaydı telegram kanalında duruyor.
Davaların içeriği de kısmen basına yansıdı.
Detayı da kolayca alırsınız siz, lidere kadar herkes suçlandı. Suçlar çok açık ve net, şahitler çok sağlam, dolandırıcılık ortada.
Şahıslar eskiden de dolandırıcı.
Ankara’da suç üstü olmuşlar sonra Ümraniye’ye gelip mekan kurmuşlar ama o mekanı bu cemaatin merkez mekanının içine kurmuşlar.
Bunları biz ifşa ettikçe o merkezdeki idareci, bölge idarecisi, hocaefendi diye bilinen cemaatin önde gelen isimleri diye bilinenler savundular.
Benim vaktim dar, bu detaylarla da ilgilenmiyorum. Bu gibi hadiselerin sayısı yok. Ben cemaatin avukatlarının bile nasıl dolandırıcılar olduklarını, hukuk tanımaz kişiler olduklarını yaklaşık sekiz sene önce ifşa ettim, ses kayıtları da paylaştım, hiçbir şey olmadı.
17/25 Aralık yolsuzluk davasını kapatan hakim olarak nam salmış Fevzi Keleş’e gitmişler.
Altmıştan fazla URL’ye tek seferde keyiflerince erişme engeli koymuşlar.
İtiraz etttik, dikkate bile alan olmadı. Çünkü bunların sistemi tek. Şucu bucu değil. Fetö denilen de Süleymancı denilen de Menzil denilen de aynı kadrolar. Detaylarda fark var.
Hepsi birbirini biliyorlar, tanıyorlar, paslaşıyorlar, kolluyorlar. Hiçbiri de gerçek müslümanlar değilller, bu dini kullanıyorlar.
Şimdi K. bey, ben bu yazışmayı baştan aşağı okuyacağım. Bu kadar hızlı ve hazırlıksız yazınca, ister istemez yazma hataları oluyor, onları elden geçireceğim ki yanlış anlaşılmalar oluşmasın.
Sonra bunlara dair istediğinizi yapabilirsiniz. Yine de ben imlayı düzelteyim. Bazı yerler acabalı kalabiliyor. Kesinleşsin ifadelerim
1- İstisnasız bütün üst yöneticiler
2- Kripto Ermenilik, gizli Hristiyanlık bağları var.
Bunun devamında ortak çalıştıkları yerler var, AB, İngiltere, Vatikan gibi ve bazı gizli servislerle kara paracılarla paslaşma kısımları da ortak.
Süleymanlılar Irak’a ve Afrika’ya açtıkları kurslar bile öncelikle kara para gelirleri için açıldı.
Menzil, bu güne kadar Süleymanlılarla hiç ters düşmedi, hiç sürtüşmedi.
Maddi imkanları genişti, bazı yerlerde güzel gösterişli yurt binaları yaptılar ama kadroları yoktu.
Yetişmiş kadroları olmadığı için orada faaaliyet veremediler.
Hiç sorun etmeden o binaları Süleymanlılara verdiler.
Bunlardan biri Ümraniye’de yaşandı.
2’ye devam ediyorum…
Ortak paydaları bir de MİT.
MİT’in bazı grupları üzerinden ortak bağlantıları var.
Kemal Kacar bile MİT’le paslaşan bir kara paracıdan başka bir şey değilmiş.
Hedefi hep para, şöhret, itibar, siyasi nüfuz ve menfaatler olmuş.
Yine somut diyorsunuz, somut vermiyorum. Başlayacaksa başlasın soruşturmalar, o vakit bakarım vaziyete.
Ben hemen bilirim gerçek soruşturma mı, yoksa Adnan Oktar davaları gibi göz boyama ve sınırlı bir müdahale mi ona göre karar verir ve gerekiyorsa müdahil olurum. Benim Adnan Oktarlarla da çok mücadelem oldu. Karşımda Adnan Oktarla FETÖ bir aradaydı, hep açıkça paslaşıyorlardı.
Sizin gruptan olan çok sayıda kişi ile de ben paslaşıyordum. Emekli subaylar da vardı aralarında.
HTS kayıtlarıyla Adnancıların İsrail ve ABD bağlanıtılarını gözler önüne sermek bile hiçbir işe yaramadı.
Kedicikler, her operasyondan hemen önce ve sonrasında Ergenekon ve Balyoz operasyonlarından öncesinde ve sonrasında abartılı şekilde ABD ve İsrail büyükelçilikleri ile telefon trafiğine giriyorlardı.
Ben bunların HTS bilgilerini paylaştım diye ceza aldım. Hem de bir kere paylaştığım şeyden bile üç kere beş kere cezalar aldım.
3- Süleymancıların idarecileri şu anda meteliğe kurşun atıyorlar.
Dar vakitte şunu yazayım;
Doğru düzgün talebe bile kalmadı, talebe bulamıyorlar. Kursların çoğunun içi neredeyse boş.
Epeyi kısmı yarı kadro ile yarıdan az sayı ile devam ediyorlar.
Bu kadar talebe eksikliği olmasına rağmen Alihan Kuriş ve çevresindekiler hususiyle son iki buçuk senedir yeni kurslar yapmamız lazım, kardeşlerimizi gayrete getirelim, herkes elinden gelen maddi manevi desteği versin mealinde konuşuyorlar. Buraya dikkat edin, kim konacak bu binalara?
Zaten talebe yok, mekan çok ve dolmuyor.
Bir yandan da hoca efendi ve hoca hanım denilen kişilerin hediyeleri yani maaşları verilemiyor.
Beş altı ay maaş alamadığı için hizmeti bırakanlar çok oldu ve oluyor.
Öyle ise neden böyle bir zamanda yeni kurslar yapmak peşine düşülsün?
O imkanlarla maaşlar verilsin, kursların eksikleri tamamlansın.
Böyle yapıyorlar çünkü vurgun vuruyorlar.
Cemaate tabandan yapılan bağışlar da çok çok azaldı.
Kurban bağışlarına kadar çok azaldı.
Gelirler çok büyük oranda kesildi.
Şimdi ise kurslar yapılacak denilerek kadınların bileziklerine kadar, takılarına kadar bozdurup yardım topluyorlar.
İş adamlarından, hali iyi esnaflardan paralar topluyorlar. Sakın vermeyin dedim, yayınlar yaptım, sonra bana ulaşıp hocam verdik, kurs da yok, para da yok, diyenler oldu, hikayelerini anlattılar.
En merkez kursa kadar gidiyorlar, muhatap bulamıyorlar. Doğru düzgün cevap alamıyorlar. Hukuk yoluna gidin diyorum, onlara ters geliyor, çekiniyorlar.
Siz bunları iddia ettiğimi yazsanız ve bir haberde deseniz ki bu mağdur kişiler bizlere ulaşabilirler. Aydınlık bunların takipçisi olacak deseniz, onlardan size dönen çok olur. Sadece bir kişiden milyonlarca lira vurmuşlar, adam deliye dönmüş.
Ne para var ortada, ne inşaat var, ne inşaat malzemesi var, film gibi vurgunlar.
Bunlar zaten böyle bir sistem olmasalar o fazilet emlak ya da inşaat vakası yaşanabilir mi?
İfşa olmuşlar hala merkezde tutmak için çırpınıyor üst kadro, sahip çıkıyor onlara.
Aylar sonra, iş adliyeye, kaç tane davaya, kaç tane haber sitesine yansıyor yine direniyorlar o dolandırıcıları aralarında tutmak için, merkez kursta tutmak için.
Ben bu konuda yayınları akademide yapınca çark ediyorlar.
Bunların basından, medyadan, adliyelerden korkuları yok.
İşte takvim gazetesinin beygirci çıktı başlığı ile verdiği haber internette duruyor. Alihan Kuriş yarış atları sahibi,
müslüman bir cemaat liderinin yarış atları ile ne alakası olabilir? Atlarla olabilir, yarış atlarıyla nasıl oluyor?
Jokey kulübünün resmi kayıtlarında internet üzerinde bile doğrulanabiliyordu.
Hangi birini sayacağız?
Alihan’ın mı sayacağız, Gülderen’in mi, Arif Ahmet’i mi, Kemal Kacar’ı mı, SHT denilen kişiyi mi sayacağız?
Yılı 1951 olmalı… Milliyet gazetesinin haberi var, hemen bulursunuz. Süleyman hoca dolandırıcı demişler. Sokakta denk gelip sepia bir resmini çekip basmışlar. Kütük gibi bir herif var fotoğrafta, onda hocalık ne arar, onda hikmet ne arar?
Daireleri toplamış, dükkanları toplamış demişler haberde. Alın siz hepsini birbirine bağlayın. Bakalım adli makamlar ne yapacaklar?
Ben yukarıdan aşağı bir kontrol edeyim bu yazışmayı, onra acil bekleyen işlerim var.
Şunu da yazayım;
Yayınlarda da var, SHT’nın mektupları ve bazı meselelerdeki risaleleri yani kitapçıkları diye bilinen metinler bile başkalarına ait çıktı. Bu konuda akademik çalışma yapıldı, başkaları yaptılar, tanımıyorum onları ama el hak, doğru.
O metinlerin SHT ile en ufak bir bağı yok, yazarı belli.
Kemal Kacar, sözde veli kişi, 50 yıl bunları SHT’nin notları diye okuttu kurslarda.
Ben on beş yıla yakındır yayıncılık yapıyorum.
Somut delilleri meydana çıkartmak adli yetkililerin vazifesidir hatta iddianın kaynağını bile gizleyebilirler. Kaynaklarının isimlerini vermek zorunda değiller.
Belediye çalışanlarını işten çıkarttılar mı? Alihan Kuriş’i askere aldılar mı?
Bu konularda herhangi bir soruşturma başlatıldı mı? Bu sorulara cevap verdim.
Aynı yerlere geri dönülmüş sesli mesajda
şu sıralarda para yok para arıyorlar.
Paraya eskiden ulaştıkları yolların çoğu kesildi. Kurs yapacağız diye diye para arıyorlar, ama villa yapıyorlar, kendileri oturuyorlar.
Sorarsanız aileden zenginlikler var.
Web arşivini tutan siteler var, 2000 yılındaki o sitede Zeki Çalışkan, Hayrullah Karadeniz gibi kişilerin yazdıklarını bile bulabilirsiniz, oralarda neler neler var, hiçbiri yalanlanamadı, davacı olamadılar.
Sonra istihbarat ağınızı kullanın, devam edin. Ben isimlere girmiyorum. Bu defa anlaşılmıştır umarım.
İşte yukarıda sordum, şunları yaptık dediğiniz anlarda bu kadrolar her suçu işlemeye devam ediyorlardı, hala ediyorlar.
Fazilet emlak onlardan sadece biri.
Bağış yapıp kurslar nerede ya da paramız nerede diyenler de o vakitlerde ortalığı yıkıyorlardı. Ne oldu, hiçbir şey olmadı, şimdi de olmayacak.
Anca dünya genelinde gereksiz bir hareketlilik ve çatışma ortamı doğacak.
Ben, üst isimlerden Yusuf Büyükgöze’yi, Behlük Karak’ı daha kimleri kimleri ifşa ettim de ne oldu?
Bu cemaatin yakın geçmişe kadar en üst isimlerinden biri şu anda Ümraniye belediye başkanı.
Kiptaş’tan tutun da geçtiği her yerde vurgun vurdu, defalarca suç üstü oldu, haberlere konu oldu.
Oysa lojmanda kalan bir garip hoca efendiydi, hiçbir şeyi yoktu.
O Zeki Çalışkan’dan Hayrullah Karadeniz’e kadar hepsi aynıydı.
Hepsi de asıl vurgunu AKP iktidarları sırasında vurdular. Fetö de bu işlerin tam içindeydi. Zaten Akp ile Fetö de birbirinden ayrı bir teşkilat değil, şu anda bile çok sayıda bakan Fetöcü, siz bunları biliyorsunuz.
Şu anda bile çok sayıda iş adamı ve hukuk adamı Fetöcü, bunlar Akp ile kavgalı da değil.
Muhalefet partileri denilenlerin içi de Fetöcü dolu. Tepe kısımlarını kastediyorum, tabanı değil, bunları da biliyorsunuz.
Anladım.
O halde ben sizde daha fazla yardımcı olamayacağım K. bey.
Şu yazışmayı kontrol edeyim, sonra ben tek taraflı olarak paylaşayım. En azından genel kültür bilgisi oluyor Türkiye insanları için. Savcılar da hakimler de okuyorlar, önce bir hopluyorlar, heyecan yapıyorlar, sakata geleceklerini düşünüyorlar, kontrolün kaybedileceğini değerlendiriyorlar, gerçek yüzlerinin meydana çıkacağını düşünüyorlar, sonra sakinleşiyorlar birkaç güne işi oluruna bağlıyorlar hep beraber ve sistem devam ediyor.
FETÖ ile amansız mücadele ettiğini iddia eden yüzlerce ünlü gazeteci de yıllardır takipçim. Onlar da okuyorlar, satır aralarında neleri kastettiğimi de anlayabiliyorlar ama hiçbir şey yapmıyorlar ve yapmayacaklar.
Ta ki bu ülkede bir devrim yaşanana kadar. Bu kadar kokuşmuşluğu bir devrim temizleyebilir. Bir ya da birkaç gazete değil.
Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya