Mekke’den Medine’ye hicret eden ilk müslümanlar, Mescid-i Aksa’ya doğru dönerek namaz kılıyorlardı.
Bir rivayete göre (Tabakat, 1/241; Taberî, 2/265), hz. peygamberimiz(s.a.v.), yüzünü Mescid-i Aksa yönüne çevirerek namaz kılmak zorunda kalmaktan rahatsızlık duyuyordu. Yahudilerin kıblesi olarak gördüğü Mescid-i Aksa’ya yüzünü dönmüş olmak ona elem veriyordu. Bu nedenle peygamberimiz, Mescid-i Aksa yönüne dönerek namaz kılacağı zaman yüzünü yukarı doğru kaldırmaya başladı.
Devrin Yahudileri “Muhammed, daha kıblenin neresi olduğunu bile bilmiyordu, onu bizden öğrendi” diyerek sözlü eziyet ediyorlardı. Kendi kıblelerine dönülmüş olmasından dolayı kibirleniyorlardı.
Bir imtihan süreci de bu şekilde geçiyordu. Samimi müslümanlar, kendilerine her ayrıntısına kadar bilgilendirme yapılmasa da bu yaşananda bir hikmet olduğunu anlayarak sabır ediyordu. Münafıklar ise kendilerine yakışanları yapıyordu. Bu sıkıntılı hal uzun da sürdü.
Nihayet, Medine’ye hicretin 17. ayında biz müslümanların kıblesine dair ayet (Bakara suresi, 144. ayet) nazil oldu.
Lakin, insanların ve cinlerin çoğunun anlayamadığı hikmetli şeyler de yaşanmış oluyordu. Peygamberimiz ve ashabı, yüzlerini Mescid-i Aksa’ya döndüklerinde aynı zamanda İstanbul’a da dönmüş oluyorlardı.
Ve dünyanın dört bir yanından bu yazdıklarımı okuyan insanlar arasındaki çok az sayıda kişi, neyi kastettiğimi hemen anladı.
“Hayırlı olsun az uyumusum ikindeden sonra mescıdı aksa avlusında gavs hz oturmus gülüyor el sallıyor mescide aksa bir nehirde yuzuyor gidiyor arkasından 4camii ve sahabeler suda gidiyor du en çöl gibi heryer ama biz kenerda hayret ile izliyorz suda gittiğine gvs el sallayıp gülüyordu
Cölde bir nehir içindeydi
Sahabeler suda yürüyordu beyaz elbiseli itiyorlardı mescidi aksa yı İstanbul tasıyacaz diyorlardı gavs hazretleri de üstündeydi el sallıyor du
Bugün saat 2de vefat etti gördügüm mürşit”
“Mescid-i Aksa’yı İstanbul’a taşıyacağız.”
Bu rüya bana bir takipçim tarafından yönlendirildi. Rüya sahibi, rüyasını başkalarına ait bir rüya grubunda herkese açık olarak paylaşmış. Rüya sahibini hiç tanımıyorum, irtibat da kurmadım, gerek de duymadım.
Şu rüya ise bir takipçim tarafından görülmüş ve bu sabah erken saatlerde bana gönderildi.
“Rüyamda belkısın kabrini bulmuşsunuz diyarbakırda bir yere açtınız. Akın akın ziyaretçiler gelmeye başlamışlar. İran tarafından da bir sürü şia gelmeye başlamış. İlk başta haberlerde göstermiyorlarmış burayı. Çok çok kişi gelince mecbur gösterdiler. Bende diyorum ki yakında bütün herkes mfs nin büyüklüğünü anlayacak bu şekilde. Bu mezar şehrin ortasında cadde üstünde bir yerde. Pasaj gibi bir yer kapısında sarı lacivert tabelada kocaman sadece “BELKIS” yazıyordu. Başına benim kardeşimi oturtmuşum o duruyormuş orda. Buna güvenemeyip gitmişim teftişe. Normalde böyle bir kardeşim yok ama rüyamda varmış. Oraya gidince kıyafet mağazalarına uğramışız. Dolaşmışız. Bir pastane varmış orda kardeşim aman sakın gitme çok kötü yapıyorlar demiş. Tinerci çocuk gelmiş yanıma göndermişim. Şehrin enerjisi çok kötüymüş. Kıyafetçide at hırsızı gibiymiş.”
Konuyu hiç anlamayanlar da vardır, çok meraklananlar da vardır. Çok çok az sayıda olsa da konuyu çoktan anlamış olanlar da vardır. Benim çok meşguliyetim var, aradaki boşluklarda, detaylara girmeden ve parça parça paylaşımlarla yazacağım.
Son binlerce sene boyunca, o İblis, insanlara da cinlere de o kadar büyük oyunlar kurdu, o kadar büyük kandırdı ki bu çağın insanların, nasıl kandırıldıkları bir anda anlatılsa, çok büyük bir boşluğa düşerler.
Eskiden beri yayınlarımı takip edenler biliyorlar. Ara ara “Hadislerde bahsedilen asıl Kudüs, aslında İstanbul” dedim ama detaylara girmedim.
Yine en başından beri, diğer müslümanların ya da islamcı münafıkların aksine olarak, şu anda Kudüs diye bildiğimiz İsrail’deki o yere, ayrıca Mescid-i Aksa’ya fazlasıyla kıymet vermedim.
Yukarıdaki rüyada geçen şiilerin, Türkiye’deki ve diğer sözde İslam ülkelerindeki İslamcı kesimlerin yaptığı gibi her gün Kudüs’ü, Mescid-i Aksayı mevzu ve dava etmedim.
Son zamanlarda “Acaba anlatsam mı, bu gerçekleri anlatmanın da vakti geldi mi?” dediğim konular bunlar… “Anlatsam bile şu İslamcı münafıklar, şu İblis’in kucağına düşmüş samimiyetsiz yığınlar, kabullenmek istemezler. Anlarlar ama kabullenmek istemez ve nefsi karşılıklar verirler.” dediğim konular bunlar…
O kadar da geniş konular ki neresinden girilecek, nasıl toparlanıp anlatılacak, zor iş…
Lakin ben bazı kısımlarına kısa kısa temas ederek özet bilgi yazacağım. Tanıdığım ve tanımadığım çok sayıda insana gösterilen rüyalar, artık bunları anlatmam gerektiğini haber veriyor. Zamanının geldiğini haber veriyor. Ayrıca bunları anlatacağım onlara malum edilmiş oluyor.
Herkes hikayeyi biliyor. Dünyanın tek devlet sistemi halinde idare edildiği bir zaman dilimi oldu. Zülkarneyn aleyhisselam dünyayı tek devlet sistemine geçirdi. Mevcut olan teknoloji seviyesini de uçuşa geçirdi. Akıl almaz bir sıçrama yaşandı. Dünya insanları, uzaydaki hiçbir başka dünyanın insanlarının güç yetiremeyeceği seviyeye yükseldi.
Hz Zülkarneyn’den sonra, Davud peygamberin oğlu olan Süleyman peygamber o tek dünya devleti sisteminin başına geçti. Hem hükümdarlık hem de peygamberlik yaptı. Elinde çok ama çok uçuk bilim ve teknoloji seviyesi vardı. Bilim ve teknolojide, ulaşılabilecek en üst seviyeye ulaşılmıştı. Bu, dünya insanlarının kendi çabaları, gayretleri ile olmuştu. Uzaylı türlerden teknoloji nakli yapılmadı.
Süleyman peygamber, hem gezegene zarar gelmesin, insanlık kendi kendini teknoloji ile yok etmesin diye… Hem de kendisinden sonra gelecek gayr-i müslim liderler bu kadar büyük gücü ele geçirmesin diye, bir şekilde bilim ve teknoloji seviyesini dünya genelinde düşürdü.
Yine de kendisinden sonra başa geçen Nebukadnezar’ın ve Nemrud’un elinde, günümüze nispetle çok uçuk seviyede teknolojik imkanlar vardı.
O teknik imkanlarla hem dünya üzerinde hem de dünyanın dışında hükümleri geçiyordu.
Zahiren öyle bir güçte idiler ki dünya üzerinde hak peygamberlerden kalan her bilgiyi, her mekanı, her eseri imha etmek istediler. Bu maksatla dünya insanlığına gönderilen hak peygamberleri, tebliğe başlamalarından sonra, mümkün olabilen en kısa sürede yok etmek, öldürmek istediler. Onların tebliğ vazfesini yapmalarına meydan bırakmak istemediler. Bu hal, dünya üzerinde belki de binlerce sene devam etti.
Adem babamızdan hz. Muhammed Mustafaya kadar bütün peygamberler, İslam dininin peygamberleridir. Nebukadnezar da Nemrud da İslam dinini tamamen yeryüzünden silmeye yemin etmiş bir halde mücadele verdiler.
Müslümanların kıblesi dahi yıkıldı. Kıblenin izini bile bırakmadılar. O süreçte Mescid-i Aksa da yıkıldı. İktidar kendilerinde kaldığı sürece bunların yeniden inşa edilmesine müsaade etmediler.
Bu iki kızıl kafir de aslında Çingene kökenli ve satanist kişilerdi. İblis’in sistemine, onun emirlerine tabi olmuş kişilerdi. Bu süreç boyunca İblis, bu iki dünya hükümdarı üzerinden de insanlara ve cinlere çok büyük oyunlar kurdu.
Gerçek Mescid-i Aksa, gerçek Kudüs’te yani bu günkü adıyla İstanbuldaydı.
İstanbul’da yeniden Mescid-i Aksa’nın yapılmasına izin verilmeyen o süreçte, insanlar yalan yanlış bilgilerle kandırıldılar. “Yahudi” denilenler, İblis’in tiyatrolarında yine baş rolü oynadılar.
Şu anda Kudüs denilen yerde güya Mescid-i Aksa inşa ettiler. Bu kısmın bile tarihi detayları çok, sonraya bırakıyorum.
Tekrar Nemrud zamanına yani hz. İbrahim zamanına dönüyoruz…
Elinde ordusu, hazinesi, devlet sistemi ve etrafında çok büyük kalabalıklar bulunmayan hz İbrahim, manevi/metafizik gücü/tasarrufu ile tek dünya devleti sistemini zamana yayarak yıktı. Bu süreçte Nemrud’u da çekirdek kadrosunu da hatta ordularını da hatta araç ve cihazlarını da metafizikle çarptı, yıktı, bozdu, öldürdü.
En sonunda Nemrud’u da öldürdü, tek dünya devleti sistemi dağıldı ama yine de İslami bir otorite tesis edilemedi. Yine de insanların çoğu nefislerine ve şeytanlarına uydular. Hiçbir şeyin mücadelesini vermediler. Daha sonraları, zaman geçtikçe hak yolunda mücadele veren nesiller oluştu, devletleri oldu. Sümerler denilen müslüman Türkler, bunlardan sadece biri…
Hz. İbrahim, gerçek Kudüs olan İstanbul’da yeniden Mescid-i Aksa’yı inşa edebilecek siyasi, askeri ve içtimai/toplumsal şartları bulamadı.
Oğlu hz. hz İsmail ile birlikte müslümanların kıblesini yeniden inşa etmeye öncelik verdi. Ayet-i kerimede açıkça ifade edildiği üzere, kıbleyi yeniden inşa etti. Lakin, İblis’in çok sinsi oyunlarını kısa sürede ve temelden yıkabilecek şartlara yine de sahip olamadı. Şartlar dahilinde mücadelesine devam etti, mücadele kendisinden sonraki peygamberlerin devirlerine uzadı…
O süreç boyunca, yeni gelen nesiller, geçmiş nesillerin hikayelerini doğru şekilde öğrenemediler. Çünkü Süleyman peygamber nasıl bir sebebe/vesileye uyduysa, zaman geçtikçe bilim ve teknoloji daha da azalır oldu. Yeniden teknolojisiz bir devre doğru gidilir oldu.
Sonra sonra gelen nesiller, hz İbrahim’e, oğlu hz İsmail’e, onların yolundan gelen diğer peygamberlere ve velilere hep hürmet ettiler. Mescid-i Aksa’ya da hürmet ettiler ama pek çok nesilde yalan yanlış bilgiler kabullenildi. İblis’in hedefi, gerçek Kudüs olan İstanbul’un sönük kalmasıydı. Manevi makamını kaybetmesiydi. Bütün planlarını bunun üzerine tesis etti…
Bir gün geldi, gerçek Mescid-i Aksa’nın yerine, bir hakimiyet sembolü olarak Ayasofya’yı yaptırdı.
Daha önce de farklı zamanlarda farklı açılardan konu etmiştim. Ayasofya bir hristiyan mabedi değil, bir satanist mabedi… O hem İblis’in hem de Deccal’ın hakimiyet sembolü…
Yine daha önce konu etmiştim. İblis, o oyunları kurarken de dünya üzerinde artık gizlice yaşamaya başlamış olan uzaylı insan türlerini ve ellerindeki yüksek/gizli teknoloji seviyesini kullandı.
Ayasofya, zamanın mimari/teknik imkanlarının ötesinde şeyler kullanılarak inşa edildi ve bu güne kadar ayakta kalabilmesi için de İblis ve emrindeki uzaylı türler, hususi gayret ettiler. Sebeplerine uydular.
Şu anda Kudüs diye bildiğimiz yerde, Mescid-i Aksa diye bilinen yapının, gerçek Mescid-i Aksa ile hiçbir bağlantısı yok.
Sonradan, İblis’in oyunlarına kanmış ya da bilerek itaat etmiş kişilerin hamleleriyle ve yakın geçmişte o sahte Mescid-i Aksa inşa edildi.
Zaten onunla da sınırlı kalınmadı. Yanına bir zaman sonra Kubbetus Sahra denilen ve altın renkli kubbesi olan mescid de inşa edildi. Sahte Mescid-i Aksa’yı gölgelesin ve insanlar Kubbetüs Sahra’yı Mescid-i Aksa zan etsin diye yapıldı.
Şimdi dönelim başa… Şu anda Kudüs denilen yerdeki sahte Mescid-i Aksa, gerçek Mescid-i Aksa olsa, peygamberimiz ona dönerek namaz kılmaktan neden rahatsız olsun?
Çünkü gerçek Mescid-i Aksa’yı, Davud peygamberin oğlu Süleyman peygamber yaptırdı. Cinleri de uzaylıları da bu mescidin inşasında vazifelendirdi. Muazzam bir şeydi. Çok yüksek teknolojiyle, çok yüksek sanat seviyesinde inşa edilmişti. Şu sahte Mescid-i Aksa’da ne var? Hiçbir şey yok. Sahte ve basit bir yapı.
Mescid-i Aksa’nın inşası sırasında cinler de çalışmış diye herkes bilir, duymuştur. Cinler sahtesinde değil, gerçeğinde çalıştılar. Ayrıca o devirde uzaylı insan türleri, dünya insanlarından gizlenmezlerdi. Dünya insanlarının gücünü kabul ederlerdi. Hem bilim ve teknolojideki gücünü hem de bu dünyanın dinen uzayın merkezi olduğunu kabul ederlerdi. O uzaylı insan türleri bile hususiyle İstanbul’a yani gerçek Kudüs’e gelirlerdi. Çünkü bu günkü adıyla İstanbul’u, İslam dininin, dinen en mühim yeri kabul ederlerdi.
Bu, Süleyman peygamber zamanında böyle olmamıştı. Bu, belki de Adem babamız zamanından beri böyleydi. Bütün büyük peygamberler İstanbul’da yaşadılar ya da ömürlerinin bir devrinde İstanbul’da bulundular. Bu merkezi sahipsiz bırakmadılar.
O halde peygamberimiz neden asıl kıbleye yüzünü dönmesin? Neden dönünce rahatsız olsun?
Peygamberimizin rahatsız olduğu şey, asıl kıbleye doğru yüzünü döndüğünde, şu anda Kudüs diye kabul edilen yerde Yahudilerin sahte kıblesi olan sahte Mescid-i Aksa’nın araya giriyor olmasıydı.
Allah, peygamberinin gerçek kıbleden yüzünü çevirmesini istemedi. Bu nedenle 17 ay boyunca, kıble meselesine dair ayet nazil olmadı.
Lakin o 17 ay boyunca o kadar ileri seviyede sorunlar yaşandı ve iblis’in maskarası olan Yahudiler haddi o kadar aştılar ki sonra hz Allah izin verdi ve Mescid-i harama (Kabeye) doğru dönülerek namaz kılındı.
Şimdi mesele şu… Hz Allah, şu anda Kabe dediğimiz yere dönülerek namaz kılınmasına, neden uzun süre sonra izin verdi? Neden hemen izin vermedi?
Ey yahudiler! Tuttuğunuz yol, yol değil. Sizi binlerce senedir İblis ellinde oynatıyor ve sizin üzerinizden dünyayı da cehennem gibi bir ayarda tutuyor. Artık bu bozuk yolunuzdan dönün, İblis’in sisteminden çıkın. Yoksa sonunuz Firavunun ve Nemrud’un yanında feci şekilde helak olanlar misali olacak.
Elinizdeki Tevrat, İblis’in uydurduğu ve her yeri tezat dolu bir kitap… Gerçek Tevrat ile sizin tabi olduğunuz kitap arasında uçurum gibi fark var. Hak Tevrat cennete giden yolu gösteriyordu, sizin elinizdeki tahrif olmuş, aslından bozulmuş Tevrat ise hem sizi hem de insanlığı cehenneme götüren yolu gösteriyor.
Gerçek hz İbrahim ile, gerçek hz Yakub/İsrail ile de manen bir bağınız yok. Onlar size İblis’in anlattığı gibi hayatlar yaşamadılar. Size anlatıldığı gibi inançları yoktu. Onlar ne Yahudi ne de Hristiyandı, onlar da dosdoğru/hanif müslümanlardı.
Yazma hatalarını düzelttim ve birkaç kısmına kısa eklemeler yaptım. Henüz bu meseleye dair pek bir şey anlatmış değilim. Lakin, bu yazdıklarımın asıl muhatabı olan kişiler, yazmadığım kısımları da hemen anlayacaklar. Anlamak, bilmek bir yenden sonra mühim değil. Anlamalı, bilmeli ama gereğini yapmalı… Gereği yapılmıyorsa, anlamanın ve bilmenin hiç faydası yok.
DÜZELTME
Bu konularda yazmaya başlarken “Daha önce de hatalar yaptım. Sonra düzelttim. Şimdi de hata yapıyor olabilirim” demiştim. Bu konuların gereğince tartışılmasını arzu etmiştim. Hatasız insan olmak mümkün değil. On yıldan fazla süredir binlerce farklı konuda yayınlar yapan birinin, hiç hata yapmaması zaten mümkün olamaz. Ben, bu hususta nefsine mağlup olan kişilerden de değilim. Eminim ki bundan sonra da bazı konularda hatalar yapacağım ve doğrusunu, zamanla, tartışıldıkça, istişare edilikçe, şartlar oluştukça bulacağım.
Şu ana kadar tarihin bu kısımlarına dair yazdıklarımla, dünya genelinde, hatta cinler ve uzaylı türler arasında bile çok sarsıcı gelişmelere sebep oldum. Ufuklar açıldı ve bundan sonra bu dünyada tarihe İblis’in istediği ve sınırlandığı şekilde bakılmayacak. Müslümanlar da çok sayıda yanlış kabullenişlerinden zamanla dönecekler. Tarihin bu kısımlarına ve bu kişilere dair yazdıklarımın genelinde hata yok ama peygamberlerin geliş sıralamasında ve buna bağlı olarak bazı detay kısımlarda bazı hatalar var. Bazı mühim tarihi hadiselerin günümüzden yaklaşık kaç sene önce yaşandığına dair kısımlarda da bazı hatalar var. Bu konularda son günlerde yaptığım birkaç paylaşımı en kısa sürede elden geçirip güncelleyeceğim.
Kesinlik seviyesinde bir hakikat ki İbrahim peygamber, Musa peygamberden önce yaşadı. Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. Bütün müslümanlar böyle itikat etmeli.
Bakara suresi, 144. ayet:”Doğrusu biz, yüzünün semaya doğru çevrilip durduğunu görüyoruz. Şimdi seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphesiz ki, kendilerine kitab verilenler bunun Rablarından gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından gafil değildir.”
Bu rüyanın başka başka tabirleri de var.
Öncelikle, rüya sahibi gavs denilen çingene/ermeni haini muteber biri zan ettiği için, rüyasında ona Allah dostu olarak, manevi derecesi çok yüksek kişi olarak o hain gösteriliyor.
Bunu daha önce de izah etmiştim. Bir kişi, dönen dolaplardan haberdar olmasa, aldatıcı kişileri büyük zatlar olarak kabullense, rüyalarında, durugörülerinde hatta rabıtasında o aldatıcı kişiyi hep muteber kişi olarak görür. Rabıtada yine de feyz alır ama neler döndüğünü bilmeden zamanın gerçek mürşid-i kamil vesilesiyle feyz alır.
Bu rüyada gavs denilen o sahtekar, temsili olarak gösterilmiş bir kişi… Son zamanlarda çok yüksek sayıda kişi rüyalarında Kamal Adıtürk’ü görüyor. “Yeniden onun gibi bir kurtarıcı gelecek” diye yorumluyorlar. Çünkü kandırılmışlar ve onu gerçek bir kurtarıcı, gerçek bir kumandan olarak kabullenmişler. Sadece müslümanların rüyalarında, durugörülerinde değil, gayr-i müslimlerin rüyalarında ve durugörülerinde de bu sistem böyle işliyor. Bunu bilemeyen çok sayıda müslim ya da gayr-i müslim kişi, baştan sona hatalı yorumlar yapıyor, hatalı kararlar alıyor ve neticede beklediklerinin aksi yaşanınca da şaşırıyor.
Gavs denilen bu kişi, bir tabire göre hz Mehdi’yi temsilen rüya sahibine gösterilmiş.
Çok büyük manevi hizmetler yapılacak, müslümanlar hatta gayr-i müslimler derin uykudan uyandırılacak, İblis’in binlerce senedir devam eden büyük oyunları, tuzakları bozulacak ve bunu aslında hz. Mehdi sağlayacak.
Bu rüyanın diğer tabiri ise bundan sonra İstanbul’un nasıl bir yer olacağına dair bilgiler veriyor. İstanbul, binlerce, belki de on binlerce sene boyunca olduğu gibi yine dünyanın manevi başkenti de olacak.
Bunun haricinde, eş zamanlı olarak, İstanbul dünyanın mali/finansal merkezi, başkenti de olacak.
Artık herkes kesin şekilde anladı ki hz. Mehdi’nin merkezi İstanbul olacak. Şu anda Kudüs denilen yer değil, Mekke değil, Medine de değil.
Daha önceleri yaptığım rüya tabirlerinde de geçmişti bazı maddeler. Rüyada cami ya da mescid hatta kilise görmek, yatırımcılarla, mali/Finansal işlerle, projelerle alakalıdır. Cami, geleceğini planlayan, şimdiden geleceğine yatırımlar yapanların mekanıdır. Dört tane cami olması, farklı farklı yorumlanabilir. Lakin İstanbul’un yakın gelecekte dünyanın dört bir yanındaki yatırımcıların merkezi olacağını haber verdiğine şüphe yok.
Rüyada çöl görmek, yemyeşil araziler görmekten çok çok daha hayırlıdır. Rüyada görülen çöl, çok daha büyük zenginlikleri haber verir.
Rüyada görülen akarsular (dere, çay, ırmak, nehir gibi), kesintisiz gelir imkanı bulunacağını haber verir. Akarsuların genişliğine ve tazyiğine/basıncına ve ayrıca su mu aktığına, yoksa sıvı gaz mı ya da sıvı maden mi aktığına göre, kesintisiz gelirin miktarı genel hatları ile bilinebilir.
Hem çöl görmek, hem de çölün içinde çok güzel bir nehir görmek, sık görülebilecek rüyalardan değildir. Çok çok büyük ve sonu gelmeyen, kesintisiz şekilde devam eden mali işleri, gelişmeleri haber verir.
Beyaz elbiseler görmek, rüyanın farklı farklı tabirlerinde hep saflığa, temizliğe, iyi niyete, işlerin yolunda gideceğine delalet eder. Beyaz saflıktır, temizliktir, sorun olmamasıdır.Ayrıca, büyük maddi kazançların temiz/helal olacağına yorulur.
Rüyada sahabe görmek, çok hayırlıdır. Rüya sahibine Allah tarafından güzel yazılar yazıldığı, kaderinin ve alın yazısının güzel olduğu anlamına gelir. Geçim derdine düşmeden, keyif ve rahatlık içinde geçecek hayat işaret eder. Rüya sahibinin, dinde ve ahlakta güzel olduğuna, büyük ve güzel hayır işleri yapması sayesinde Allah’ın makbul, özel ve sevilen kullarından olmayı başaracağına ve kitaba bağlı kalacağına delalet eder.
Rüyada Ashabı Kiram Görmek
Rüyada ashabı kiram görmek, inanlardan olmaya, hak yolunu hiç bırakmamaya, o yolda hayırlardan geri kalmamaya, namuslu, imanlı ve makbul kullardan olmaya ve hak katında yükselmeye tabir edilir.
Rüyada Sahabelerden Birini Görmek
Bir kimse rüyasında sahabelerden birini görürse o kişi her iki cihanda da kurtuluşa erecek demektir. Rüyayı gören kişinin iki dünya için de faydalı ve hayırlı işler yapacağına, çevresi tarafından arkasından dua edecek kimselerin çok olacağına, gönlü ve eli bol oluşu sayesinde sevap işlemekten geri kalmayacağına ve bu sayede hem vicdan azabı çekmeyeceğine hem de iç huzuru yakalamayı başaracağına delalet eder.
Rüyada mescid görmek, rüyayı gören kişinin, iş hayatında ve aile hayatında yaşadığı olaylardan aldığı dersler ile çok büyük gelişme ve olgunlaşma yaşadığına, bundan sonra tüm hayatı üzerinde çok büyük bir sükûnet ve huzur yaşayacağına, bu sayede kendisinden yardım isteyen tüm insanlara yardımcı olup çok büyük destek verdiğine ve insanların kendisine çok büyük sevgi ve saygı besleyeceğine rivayet eder.
Rüyada Mescid-i Aksa’yı Görmek
Rüya sahibinin, iş hayatında çok hayırlı ve güzel çalışmalara girip çok büyük başarılara imza atacağına, yüklü miktarda kazanç elde edeceğine ve iş yerine ve hanesine çok büyük bir bereket ve bolluk geleceğine tabir edilir.
Gelelim Belkıs rüyasına…
Bu rüyanın da farklı farklı tabirleri var ama ben hepsini değil, az kısmını yazacağım.
Öncelikle gerçek tarihe biraz bakmak lazım. Sebe melikesi Belkıs, dünyada yer altı uzaylı şehirlerinde yaşayan başka bir uzaylı insan türünün bir ferdiydi. Aynı zamanda onların kraliçesiydi.
Dünyada yer yüzünde tek devlet sistemi varken ve hz Süleyman o devletin hükümdarı iken… Yer altı şehirlerine elçiler gönderiyor, onları İslam dinine de davet ediyor ve onları da idaresi altına almak istiyordu. Çok iyi niyetle ve adaletle onlara yaklaşıyor ve iyiliklerini istiyordu. Yine de yanlış yöne gitmekte direnenlere ise ordularıyla karşılık veriyordu.
Sıra Sebe melikesi Belkıs’ın yer altı şehrine de geldi. Onlara da elçi gönderdi. Onlar Süleyman peygamberin iyi niyetini de ilmini de zekasını da cesaretini de adaletini de askeri gücünü de biliyorlardı. Yine de tek dünya devleti sistemine tabi olmak istemiyorlardı. Belkıs, idari işlerinde kendisine yardımcı olan kişileri topladı ve istişare etti. Bir harp kararı alırsa, yanındaki kişiler ona itiraz etmeyeceklerdi. O yine de sakin kalmayı ve siyasi tavırlarla vaziyeti geçiştirmeyi tercih etti. Elçiye bol bol hediyeler vererek Süleyman peygambere geri gönderdi ama asıl meselede hiçbir kanaat/duruş arz etmedi.
Süleyman peygamber, Belkıs’ın bu tavrından memnun olmadı. Belkıs’a tekrar elçi ya da haber göndererek onu huzuruna çağırttı. Belkıs huzuruna gelmeden önce de kendi yanında bulunan kişilere, Belkıs’ın meşhur tahtını getirip getiremeyeceklerini sordu.
Süleyman peygamber, tıpkı Zülkarneyn aleyhisselam gibi, aynı anda hem cinler aleminin hem de insanlar aleminin hükümdarıydı. Orada cinlerden bir alim ve idareci kişi de vardı. O, Süleyman peygamberin mesaisi bitmeden söz konusu tahtı getirebileceğini söyledi.
Lakin o sırada orada Süleyman peygamberin meşhur veziri Asaf da vardı. Asaf ise daha başka bir uzaylı insan türünün bir ferdiydi. Çok ileri seviyede zahiri/fenni ve manevi ilmi vardı. Göz açıp kapatıncaya kadar denebilecek bir sürede, keramet gösterek o tahtı getirdi. O devirde de uzaylı insan türleri, dünya insanığından tamamen saklanmıyorlardı. Belkıs’ın türü ise hem karada hem de suda nefes alabilen bir türdü. Onlara tarih boyunca “su perisi” de dediler. Tarihin farklı farklı zamanlarında, dünyanın muhtelif yerlerinde, en çok da tabiatın çok güzel yerlerinde, yeşille mavinin kucaklaştığı yerlerinde onlardan görüldü.
Belkıs, Süleyman peygamberin sarayına girdi. Kendileri de çok yüksek teknoloji seviyesinde yaşamaya alışık oldukları halde, o saraydaki teknolojiye yabancı kaldı. Bastığı zemin cam mı, su mu, başka bir şey mi bilemedi. Adımlar atarken bile tereddüt etti.
Süleyman peygamberin sarayına geldiğinde kendi tahtını da orada gördü. Çok aklı başında, bilgili, olgun, sıradışı bir kadındı. Gördüğü maddi ve manevi farklılıkları göz ardı etmedi. Süleyman peygamberin hak bir peygamber olduğuna kanaat getirdi. Ayrıca Süleyman peygamberin elindeki fiziki, teknik gücün, anlatılanın çok çok üzerinde olduğunu da gördü. Belkıs müslüman olmayı kabul etti. Bir süre sonra da Süleyman peygambere eş oldu. Onu gerçekten çok sevdi, mutlu oldu. Ona olan sevgisiyle de tarih boyunca hep konu oldu, oluyor.
Halk arasında binlerce senedir “su perisi” denilen bu uzaylı insan türünün, Allah tarafından yaratılıştan verilmiş hususi metafizik kabiliyetleri var. Metafizik çatışmalarda, durugörüde, bu gün şifacılık denilen sahada çok çok gelişmiş kabiliyetleri var. Bu günlerde bile, başka başka uzaylı insan türleri onları esir ediyorlar, zorla metafizik çatışmalara dahil ediyorlar.
O vakit, ellerinde olan çok geniş imkanlarla, çok gelişmiş teknik cihazlar da yapmışlardı. Söz konusu taht da bunlardan biriydi.
O taht aynı zamanda metafizik saldırılardan koruyan, daha güçlü metafizik saldırılar yapmaya yarayan, ayrıca durugörü de dahil olmak üzere diğer metafizik kabiliyetleri çok çok güçlendiren bir tahtı.
Bu tahtın, Süleyman peygamberin İstanbul’da yaptırdığı gerçek Mescid-i Aksa’da bulunduğu/kullanıldığı da rivayet edilmiş. Süleyman peygamber sonra bu tahtı ne yaptı, gizlemedi mi, Tur-i Sina’ya mı koydu, bu kısmı hala meçhul… Lakin ayet-i kerimede bile konu edilmiş olan bu taht, sıradan bir taht değildi. Sadece çok süslü/sanatlı ya da mücevherli bir taht olmasıyla bu kadar kıymetli, özel olamazdı. O taht, anlattığım gibi, çok çok özel, çok üstünlük sağlayan bir tahtı.
Rüyaya geri dönersek ve biraz da olsa tabir edersek… Belkısın kabrinin açılması gerçek manasına gelmiyor. Gerçekten kabri bulunmayacak ve açılmayacak. Bir manada/tabirde, Belkıs’ın üzeri örtülmüş olan gerçek hayat hikayesinin anlatılması demek ki az yukarıda yazdıklarımla bu süreç başlamış oldu. Bu yapılınca, daha önceki yazılarımda biraz anlattığım üzere, Hindistan’a, İran’a, Acemlere, Hind diline, Farsçaya, bunların edebiyatına ve tarihine ve buralardan dallanıp budaklanan pek çok meseleye başka gözle bakılacak. Daha önce “Nilüfer” isminden yola çıkarak birkaç satır yazmıştım. “Nilüfer”, su perisi de denilen o uzaylı insan türü ile alakalı… Gerçekte bir Hind dili de yok, ondan türemiş olan Farsça ve Ermenice de gerçek diller değiller. Dünyanın dününde, bu gününde, her yerinde buram buram uzaylı tesiri, katkısı var. Binlerce sene, belki de on binlerce sene aramızda gizlenmeden yaşamışlar, belki sekiz-on bin senedir de gizlenerek yaşıyorlar. Hiçbir şeye tesir etmemeleri mümkün değil…
Diğer manada/tabirde ise… Vakti gelince Belkıs’ın tahtının bulunacağı ve meydana çıkartılacağı anlaşılıyor. Rüyanın diğer kısımları da yine farklı farklı tabir edilebiliyor. Bir şeyin gazetede, TV kanallarındaki haberlerde konu olması, gerçek manasına gelir. Ülkede herkes o şeyi duyar. Gündem olur. Rüyadan anlaşılıyor ki anlattığım bu gerçekler önce alttan alttan bütün dünyayı sarsacak, etkili ve yetkili kişileri sarsacak, bakış açıları değişecek, kararları ve hedefleri değişecek. Lakin halka yayılmayacak, çünkü buna engel olunuyor ve çok gelişmiş yapay zekalar, yayınlarımı engellemeye, sansürlemeye yıllar öncesinden ayarlandı, programlandı. Lakin rüyadan anlaşılıyor ki buna rağmen bile bu sansür kırılacak, bir süre sonra bu konular, bu yayınlar gündeme oturacak.
Bu rüyadan, Belkıs’ın tahtının hala İstanbul’da bir yerlerde olduğu da anlaşılıyor.
Tek tek anlatması uzun zaman alacak. Bu rüya da diğer rüya gibi, İstanbul’un yakın gelecekte çok çok büyük sıçrama yapacağını haber veriyor, bir manasıyla/tabiriyle… Yatırımcıların akın edeceğini, sonra kısa sürede bu halin gündemde haberlere konu olacağını da haber veriyor.
Diğer bir tabiriyle de bu rüya… Bu gün yazdığım Mescid-i Aksa gerçeklerinin çok sarsıcı tesir oluşturacağını, bütün tarafların ilgisini çekeceğini, pek çok tarafın çürük, hileli, tuzaklı davalarını/dinlerini/kabullenişlerini yıkacağını… İblis’in binlerce senelik oyunlarının bozulacağını haber veriyor. Hatta bu rüyadan, davalarının çürüklüğü ve çoktan İblis’in oyunlarına geldikleri açıkça meydana çıkan taraflardan bazılarının nefsi tavırlar sergileyecekleri ve bana aşırı düşmanlık yapacakları da anlaşılabiliyor.
Bir manası ile de bakılacak olursa, Belkıs bir melike yani kraliçedir. Rüyada kraliçe görülmüştür ve bunun ne demek olduğu bilinmelidir. Ve bir de şehrin ne demek olduğu…
Rüyada kraliçe görmek, rüyayı gören kişinin, toplum içerisinde saygın bir yerde olduğuna, yapacağı bir işle toplumdan büyük bir teşekkür alıp daha büyük bir şöhrete kavuşacağına delalet eder. Elinden gelen her şeyle insanlara yardım etmeye çalışan, muhtaç insanların yardımına koşan ve çocuklara ve bebeklere daha iyi olanaklar sağlamak için çabalayan kişiye de yorulur.
Rüyada şehir görmek, alim bir kişinin varlığı ile tabir edilir. Bu kişi adeta bir ansiklopedi kadar doludur diye yorumlanır. Rüya sahibinin bu kimseden ilim ve irfan öğreneceği anlamına gelir. Bu rüya, aynı zamanda kişinin hayatında yaşanacak olan önemli ve köklü değişikliklere delalet eder. Kişi geleceği ile ilgili olarak bazı kararlar alacak demektir. Bazen de ruh halinin değişmesi şeklinde yorumlanabilmektedir.
“Rüyasında mezarı kazıp içinde bir şey çıkaran eğer çıkardığı kıymetli ise aynı o şekilde mirasa konar veya değerli bir mala kavuşur.”
Rüyada mezar açmak için kürekle toprak kazmak, o kişinin, kazdığı mezarda yatan kişinin hayattayken yaptığı işi rüya sahibinin yapacağına işaret eder. Yani rüya sahibinin kazdığı mezarda yatan kişi eğer hayatta iyi ve yüksek mevkide biriyse rüya sahibinin de mevki sahibi biri olacağına delalet eder. Eğer mezar sahibi hayattayken bir alim ise bu rüya sahibinin de alim olacağına işaret eder.